Değerli yazarımız Ayşe Kulin, Pazar SABAH'taki köşesinde bize iltifat etmiş. Sağolsun.
Kulin'i bu yazıyı kaleme almaya yönelten ana fikire katılmamak mümkün değil: "Bizler, Cumhuriyet'in ileri kuşaklarından çocukları, tarihimizle barışmayınca, Osmanlı çökerken yaşananları tartışmaya açmayınca, cehaletten kurtaramadığımız halkın içinde, tam da karşı görüşü savunmaya teşni ve Atatürk'e hain diyebilen çılgınlar filiz vermeye başladı."
Sadece Atatürk'e değil, cephedeki ve cephe gerisindeki arkadaşlarına da Çözüm? Yine Kulin'in dediği gibi, "Yakın tarihimizi enine-boyuna tartışmalıyız."
Cumhurbaşkanı Sezer'in Lozan Antlaşması yıldönümü mesajındaki bir cümleden esinlendiğimiz bu yazıda, Kulin'in önerisine bir örnekle karınca-kaderince katkıda bulunmaya çalışacağız.
Sezer mesajında "Lozan Antlaşması'nın Türkiye'nin sadece kurtuluşunun değil, çağdaş bir devlet olarak yükselmesinin", yani yüzünü "Modernite"ye dönmesinin de yolunu açtığını belirtti.
O "Modernite" projesinin arkasında kimler vardı, biliyor musunuz; Türk Ocakları'nın Lozan ve Cenevre şubeleri.
Türk Ocakları, 1911'de Askeri Tıbbiye'li 190 öğrencinin bildirisiyle doğdu: "Türk kavminin inkıraz (çöküş) yaşadığı dönemden geçiyoruz..."
20 Haziran 1911'de Ağaoğlu Ahmet Bey'in evinde çalışmalarını başlatan dernek resmen 25 Mart 1912'de kuruldu. Kurtuluşun pozitivizm (bilimsel düşünce) ve modernite (çağdaşlaşma) temelinde milliyetçilikten geçtiğini, toplumu birleştirecek çimentonun "laiklik" olduğunu savunan derneğin ilk yönetim kurulu şöyle oluştu: Ahmet Ferit Tek, Yusuf Akçura, Mehmet Ali Tevfik, Fuat Sabit (Ağacık).
Kadrolar ve devrimler
Ancak Lozan ve Cenevre'deki Türk öğrenci dernekleri, kuruluşu beklemeden adlarını "Türk Ocakları" diye değiştirdiler. Lozan şubesini Mahmut Esat (Bozkurt) yönetiyordu, Cenevre'yi Mehmet Şükrü (Saracoğlu).
Dr. Rıza Nur ve Reşid Saffet (Atabinen) gibi ilerde Ankara'da önemli görevler üstlenecek aydınlarla sık sık buluşup, "Yeni Türkiye" projesini tartışıyorlardı. Dahası Avrupa, Yunan ve Ermeni iddialarına karşı müthiş bir aydınlatma kampanyası başlatmışlardı. Onların harçlıklarıyla yaptıkları yayınlar, Lozan'daki "A. Bovard-Giddey" matbaasını ihya etmişti. Öyle etkin sivil toplum hareketi haline gelmişlerdi ki, İsviçre Cumhurbaşkanı Edmund Schulthess, 25 Mayıs 1921'de onları davet etmek ihtiyacı duymuştu. Görüşmede şöyle demişlerdi: "Bizler Türkiye'nin laikleşmesini, modernleşmesini ve kadının tüm haklarını kazanarak toplumsal yaşamdaki yerini almasını amaçlıyoruz. İsviçre bu çalışmalarımıza ev sahipliği yapmaktan ilerde büyük gurur duyacak."
İşte o aydınlar barış görüşmeleri için Lozan'a ayak bastığı andan itibaren İsmet Paşa'nın (İnönü) yakın çevresini oluşturdular, ona tasarılarını anlattılar. İnönü'nün müthiş etkilendiği proje, Atatürk'e de devrimler için esin kaynağı oldu.
Mahmut Esat Bey 1924'te Adalet Bakanlığı'na getirildi. İlk iş olarak İsviçre'yi model aldığı Medeni Kanun'u hazırladı. Kadına seçme-seçilme hakkından, Latin alfabesine geçişe, dinin kamusal alandan çıkarılmasından Türkçe ezana kadar köprüleri atan tüm hamlelerin ardında da işte o aydınlar, Türk Ocakları'nın -günümüzdeki Türk-İslam sentezi savunucularıyla zerrece ilgisi bulunmayan- kadroları var.
Lozan Antlaşması'yla sadece yeni bir devlet ilan edilmedi, 1933'te 10'uncu Yıl Marşı'nda vurgulanacağı gibi, yeni bir ulus da yaratıldı. Peki, bugün o ulustan geriye ne kaldı?