En berbat ruh hallerinden biri, insanın içine durduk yerde sıkıntı girmesi olsa gerek.
Biz de dün işte öyle bir duygunun pençesinde çırpınıp durduk.
Oysa gün rutin başladı. Önce Türk basınını taradık. Ardından yabancı gazetelerde ilginç haber aradık. Bulduk da: "İspanya iç savaşının 70'inci yıldönümü anılıyor."
18 Temmuz 1936'da Franko liderliğindeki sağcı-milliyetçi generallerin cumhuriyetçi hükümete darbe yapmalarıyla başlayan ve 3 yıl süren iç savaşın bilançosu korkunç: 500 bini aşkın kurban. Dökümü: 300 bin dolayında asker ve sivil çatışmalarda öldü, 150 bin cumhuriyetçi ve 60 bin milliyetçi kurşuna dizildi. Buna bir de 1939'da Franko'nun savaşı kazanıp diktatörlüğünü ilan etmesinden sonra infaz edilen 50 bini aşkın solcuyu ekleyin...
1975'te Franko'nun ölümünün ardından demokrasiye geçilirken taraflar bir "Suskunluk paktı"nda uzlaştı: O dönem siyasi malzeme yapılmayacaktı.
Ancak sosyalist Jose Luis Rodriguez Zapatero 2004'te iktidara gelince bu uzlaşmayı bozdu, Madrid yakınlarındaki Franko mozolesini tartışmaya açtı. Önerisi mozoleyi tıpkı Naziler'in toplama kampları gibi, kurbanların anısına bir anıta dönüştürmek. Haksız da sayılmaz; cumhuriyetçi ordusunda görevli dedesi Yüzbaşı Lozano, 1936'da, iç savaşın ilk haftalarında Frankocular, yani Falanjistler tarafından kurşuna dizildi.
İspanya'yla ilgili güncel bir haber de dikkatimizi çekti: Yılın ilk yarısında enflasyon yüzde 3.9'a dayanarak avro bölgesi ortalamasının yüzde 1.5 üstüne çıktı. Cari ödemeler dengesi açığı ise ilk 4 ayda geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 36.9 artışla 32.1 milyar avroyu buldu. Bu da Gayri Safi Yurt İçi Hasıla'nın (GSYİH) yüzde 8'i demek. Sorun -biraz da petrol fiyatlarındaki tırmanış nedeniyle- ithalatın ihracattan çok daha hızlı artmasından kaynaklanıyor. Ve bir de turizm gelirlerinin eskisi kadar gedik kapatamamasından.
Niye afakanlar bastı?
"Türkiye'ye ne kadar benziyor" diye düşündük. Sonra dünyanın dört bir yanından güncel analizlerin derlendiği "Le Courrier International"in sitesine girdik.
Girmez olsaydık. Manşet: "Türk ekonomisinde tehlike çanları." Bildiklerimizi tekrarlıyordu aslında; Nisan sonundan bu yana YTL'nin yüzde 25 değer yitirmesi, enflasyonun çift haneli rakamlara çıkması, 15 milyar dolar yabancı sermayenin kaçması...
Yazının farkı bu verilerin Batı basınındaki "iyimser" ve "karamsar" bakış açılarıyla yansıtılmasıydı. Kimi "2001 krizi hayaletinin Türkiye üstünde dolaşmaya başladığını" iddia ediyordu, kimi "Yok canım; iki dönem arasında benzerlik yok. Çünkü Türkiye köklü yapısal reformlar yaptı, bankacılık sektörünü güçlendirdi. Bugünkü duruma kriz değil, olsa olsa 'Aklını başına topla uyarısı' denebilir " diyordu.
Ve iki tarafın ortak teşhisi özetleniyordu: "Türk ekonomisi için en ciddi tehlike, aşırı borç yükü, dış ticaret dengesizliği ile kısa vadede yabancı sermayeye hayati ölçüde bağımlılık..."
Analize bir de 2001 krizinin en civcivli günlerde yayınlanmış bir yazı eklenmemiş mi? Okurken soğuk terler boşaldı: "Enflasyon yüzde 68.5'a ulaştı milli gelir 200 milyardan 150 milyar dolara indi. İşsizlik yüzde 15'e, genç nüfusta yüzde 27'ye ulaştı. Savaştan çıkan ülkelerin ekonomileri bile bu kadar çökmez!"
İşte bu son cümleyle nedensiz afakan bastırıverdi. O sırada Başbakan Erdoğan, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu'nda, "Piyasalardaki dalgalanmada kaybımız çok çok az oldu" diyordu ama gel de içimizdeki sıkıntıya anlat...