Başbakan Erdoğan ne zaman Anadolu yollarına düşse, içimiz "cız" ediyor.
Çünkü her gezisinde bir üretici kesimine "Kasımpaşa yıldırımı" düşüyor.
Erzurum'da buğday çiftçisi ağzının payını almıştı, "Bu millet yatıp kalkıp size mi çalışacak" çıkışıyla.
Batman'da "Öldük bittik" pankartlarını "Zarar ediyorsan ekme" cevabıyla yere çalan tütün ekicileri.
Mersin'de "Haydi ananı al da git" şamarını yiyen narenciyeci.
Ordu'da da piyango fındıkçılara vurdu. Kısmet!
Erdoğan'ın kırsal kesime öfkesi aslında Ankara'nın "Fırat'ta bir kuzu kaybolsa benden sorulur" sorumluluğundan "Ekerken bana mı sordunuz" anlayışına gelmesinin sonucunu yansıtıyor.
Elimizde bu "değişim"i kanıtlayacak somut veriler de var. Örneğin, Erdoğan'ın 14 Mayıs Dünya Çiftçiler Günü'ndeki mesajları.
2004'te 1527 sözcükten oluşan 103 paragraflık uzun bir konuşma yapmış, üreticileri yere göğe sığdıramamıştı. Ertesi yıl "ve", "ile", "de" bağlaçları dahil topu topu 127 kelimenin sıralandığı 6 paragraflık kuru bir mesaj yayınladı. Bu yıl ise o gün İslam Konferansı Örgütü'nün Bali'deki toplantısında olduğu için basın müşavirlerine "Bir şeyler karalayın" talimatı verdi. Onlar da 3 paragraflık ya da 114 kelimelik mesajla geçiştirdiler.
Çukurova ve Ege'de pamuk can çekişiyor. Trakya'da ayçiçeği bitiyor. Tütün sizlere ömür. Narenciye dalında çürüyor. Fındık, tahıl, incir dibe vurmak üzere.
Dahası sektörde işsizlik artışı kontrolden çıkıyor: 2002'de 21 milyon 658 bin kişilik çalışan nüfusun 7 milyon 618 binine ekmek veren, yani istihdamın yüzde 35.2'sini sağlayan tarım, 2005 sonunda 21 milyon 928 bin çalışanın sadece 5 milyon 920 binini, bir başka deyişle yüzde 27'sini çalıştırabildi. 3 yılda 1 milyon 698 bin çiftçi işini yitirdi.
Tarımın çaresi Çin'de mi?
İşte bu gizli işsizlik, AB ile müzakerelerde Kıbrıs'tan bin beter sorun olacak. Zira Avrupa işinden, toprağından olan Anadolu köylüsünün oralara akmasından korkuyor. Tıpkı İspanya'ya, İtalya'ya ulaşmaya çalışırken binlercesi Atlantik'te ya da Akdeniz'de boğulan Afrikalılar gibi. Türkiye için ne utanç verici olur!
"Dünyanın kendine yeten 7 ülkesinden biriydik, şimdi net besin maddesi ithalatçısı olduk" türü edebiyatların can simidine sarılmaya niyetimiz yok. Sadece Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü'nün (OECD) son araştırmasında da yer alan bazı bilgileri hatırlatmakla yetineceğiz.
Şu sıralar OECD ve FAO (BM Tarım ve Gıda Örgütü) uzmanlarının en büyük kabusu, Çin'in refah düzeyinin giderek artması sonucu "Daha az pirinç ve daha çok hayvansal protein" e dayalı beslenme rejimine geçmesinin dünya tarımında etkilerini kestirememeleri. Çünkü 1 kilo kırmızı et üretimi için -hayvan yemi olarak-9 kilo tahıla ihtiyaç var. Böyle bir gelişmenin tarım ürünleri fiyatlarını patlatacağı belirtiliyor. Tıpkı Çin'in talebinin enerji ve metal fiyatlarında sürekli doping işlevi görmesi gibi.
Hatta Çin'in ihtiyacını karşılamayı güvenceye almak için Afrika'da petrol yataklarını kapatma politikalarını tarımda da uygulaması, dünyanın çeşitli bölgelerinde verimli toprakları satın alma yoluna gitmesi de bekleniyor. Zaten bunun işaretleri görülmeye başladı: Arjantin ve Şili'de soya üretimi finansmanını üstlendi.
Erdoğan kırsal kesimde büyüyen sorunları çiftçileri azarlayarak örtbas etmeye çalışacağına, tarımda yapısal dönüşüm yolunu açacak ulusal strateji hazırlığına girişmeli.
Hem Türk çiftçisinin kurtuluş yolunu açar, hem de iktidarının!