Çarlık imparatorluğunun yerini alan Rusya -daha sonra Sovyetler Birliği- Sosyalist Cumhuriyeti ile Osmanlı'nın enkazı üstünde yükselen Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş tarihleri yakın. Biri 1918'de, diğeri 1923'te.
Savaşları, iç ayaklanmaları saymazsak, ikisi de tarihlerinde birer felaketle karşılaştılar. Sovyetler Birliği 26 Nisan 1986'da Çernobil faciasıyla, Türkiye ise 17 Ağustos 1999'da Marmara depremiyle. İki yıkım da geceyarısından kısa süre sonra geldi. Çernobil infilakı saat 01.24'te, Marmara depremi 03.02'de.
Meğer benzerlik bu kadarla sınırlı değilmiş. İkisinin başkentinde de felaket sonrası aynı sahneler yaşanmış. Ankara'dakini biliyorduk, Moskova'dakini yeni öğrendik. Sovyetler'in son lideri Mihail Gorbaçov'un Çernobil'in 20'inci yıldönümü dolayısıyla kaleme aldığı yazıdaki ifşaatlar sayesinde. Söz Gorbaçov'un: "Politbüro hemen o 26 Nisan 1986 sabahı toplanıp Çernobil'deki durumu gözden geçirdi. Ancak yeterli bilgiye sahip değildi. Gerekenin yapılması konusunda karar alıp dağıldı.
Felaketin boyutlarını hiç kimse bilmiyordu. O yüzden bilanço çıkarma çabalarımız sonuçsuz kaldı.
Dünya Çernobil kazasını İsveçli bilim adamlarından öğrendi ve bizim bir şeyler gizlediğimiz kuşkusuna kapıldı. İnanın gizleyecek bir şeyimiz yoktu, çünkü bölgeden bize de 36 saat boyunca bilgi gelmedi. Ancak aradan günler geçtikten sonra basit bir kazayla değil, nükleer felaketle karşı karşıya olduğumuzu anlayabildik.
Çernobil faciası sadece insani açıdan değil ekonomik olarak da çok ağır bedel ödetti. Bugün bile ödetiyor." (Gorbaçov, "Yüzyılın felaketi" dediği Çernobil'in ekonomik darbesiyle rakam vermiyor ama son değerlendirmelere göre fatura 350 milyar doları aştı.
Devlet Bakanı Ali Babacan da, Marmara depreminin Türkiye'nin gayrisafi yurt içi hasılasının yüzde 5-7'sini götürdüğünü açıkladı. Yani 9-13 milyar dolar arasında bir serveti)
17 Ağustos sabahı Ankara
Son Sovyet liderinin çizdiği 26 Nisan 1986 sabahındaki Moskova tablosu, 17 Ağustos'u izleyen saatlerde, hatta günlerde Ankara'daki tabloya insanı ürkütücek kadar benziyor.
Hatırlayın; Türkiye'deki "Yüzyılın felaketi"nin ertesinde Ankara 48 saat boyunca donup kaldı. Bölgeyle telefon bağlantısı bile kurulamıyordu. O nedenle ölü sayısı 20-30'larla sınırlı sanılıyordu.İşte Can Dündar'ın "O gece" belgeselinden bir bölüm: "Başbakanlık Müsteşarı Ahmet Sağar deprem gecesi evde yalnızdı.Sarsıntıyla yataktan fırladı. Elektrikler kesikti. Telefonla yardımcısı Özgün Ötmen'e ulaşmaya çalıştı. O sırada Ötmen de onu arıyor, düşüremiyordu. Saat 03.30'da haberleşebildiler. Ötmen gece karanlığında arabasıyla Sağar'ı aldı. Başbakanlığa girdiklerinde saat 04'tü. Sonra Hüsamettin Özkan, Sadettin Tantan, Koray Aydın geldi. Başbakan Ecevit uykudaydı. Cumhurbaşkanı Demirel'e de ulaşılamamıştı." Ecevit uyandığında felaketi o kadar kavrayamamıştı ki, "Depremin arkasında PKK olabilir mi" sorusuna ciddiyetle "Sanmıyorum" yanıtı verebilmişti.
Gorbaçov yazısını, "Çernobil faciası Sovyetler Birliği'nin sonunu getirdi" diye noktalıyor.
Türkiye rejimini ve devletini kurtardı, ödenen bedel o felaketin tetiklediği ekonomik kriz dalgalarının koalisyonu oluşturan partileri ıssız kıyılara atmasıyla sınırlı kaldı.
Tanrı tekrarından tanrı korusun. Yoksa Gorbaçov gibi bizden bir liderin ya da siyasinin de "Rejimin çöktüğü gece" başlıklı yazısını okumak zorunda kalabiliriz...