Siyasal bilimcilere ve sosyologlara göre, bir ülkede milliyetçi akımların gücünü ölçmeye imkan verecek bir kriter bulunuyor: Tehdit algılaması.
Bu algılama güçlüyse ya da tehdit sayılabilecek etkenler fazlaysa milliyetçilik yükseliyor, tersi durumda yelkenleri sönüyor.
Bu kriteri esas alırsak, Türkiye'de potansiyel tehditten bol birşey yok. Kimi konjonktürel, kimi kalıcı.
Her Nisan'da tavan yapan Ermeni tehdidi, her köşe başında karşımıza çıkan Kıbrıs Rum tehdidi, iliklerimizde hissettiğimiz bölücülük tehdidi, Süleymaniye'deki "Çuval" olayından bu yana ABD tehdidi...
Yoğun göçün kentlerin dokusunu değiştirmesinden kaynaklanan güvenlik tehdidi. Gelir dağılımı adaletsizliğinin ürettiği tehditler...
Küreselleşmenin ve uluslararası sermaye hareketlerinin neden olduğu ekonomik tehditler...
AB sürecindeki köklü değişim sancılarının sürekli besleyeceği tehditler...
Ve nihayet gençliğin yarın korkusunda gizlenen tehditler...
Tüm bu etkenlerin milliyetçilik ırmağını besleyenler kaynaklar olduğu ya da olabileceği iddia ediliyor. Yurt dışındaki gelişmelere bakarak, kısmen doğru kabul edebiliriz.
Örneğin küreselleşme ve çokuluslu sermaye hareketleri birçok ülkede ekonomik milliyetçiliği ve himayeciliği şahlandırdı: "Milli" şirketlerinin "Yabancılar"ın eline geçmesi "Tehlikesi" ile karşı karşıya kalan Fransa, bu tür tehditleri önlemek için özel yasa çıkardı. Küreselleşmenin lokomotifi ABD bir yıl önce petrol şirketlerinin Çinliler'e satılmasına, geçenlerde de limanlarının bir Dubai şirketince işletilmesine "Hayır" dedi.
"Ulusal kimliği koruma" kaygısının kamçıladığı, yani kültürler ve kimlikler üstünden yürütülen milliyetçilikler de hortladı. Fransa, Danimarka, Avusturya, Rusya yalnızca birkaç örnek.
Ayrıca aslında ekonomik nedenlere dayanan ama tarih kılıfına sarılan milliyetçilik de yeniden su yüzüne çıkıyor: Çin'de geçen yaz Japon şirketlerini ve temsilciliklerini hedef alan saldırılarda olduğu gibi. Nedeni: Japonya'nın tarih kitaplarında 1940'lardaki Çin işgalinde katliam yaptığını reddetmesi.
Milliyetçiler ve ulusalcılar
Türkiye'de yukarda saydığımız "Tehdit algılamaları" nedeniyle, bu milliyetçilik türlerinin hepsini görüyoruz. Ancak bunların hepsinin -AB çevrelerinde yaygın olan- MHP'nin ekmeğine yağ süreceği görüşü doğru değil.
Önemli KİT'lerin özelleştirilmesine karşı çıkanların hepsi MHP'li? Ermeni soykırımı iddialarına karşı çıkanların tümü milliyetçi mi? Ya AB'nin Kıbrıs koşulunu reddedenler? Ya ABD'nin Irak politikasını ve Kuzey Irak'taki gelişmeleri kaygıyla izleyenler?
Ekonomik yurtseverciler var, ulusalcılar var, İttihat-Terakkiciler var, liberaller var. Elbette milliyetçiler ve MHP'liler de var.
Ancak bu rüzgarın en önemli sonucu, her siyasal akımın, her partinin milliyetçi ya da ulusalcı söylemlere sarılması olacak. Onur Öymen'li, Şükrü Elekdağ'lı, Haluk Koç'lu CHP'ye bakmak yeterli.
Başbakan Erdoğan, ilk kez oy kullanacak 4 milyon seçmenden yüzde 17'sinin MHP eğilimli olduğunu belirleyip, o kitle için özel stratejiler geliştirilmesini istediğine göre, anlaşılan AK Parti de şimdi bir parça o tarafa yönelecek.
İktidar kurmaylarına önce uzmanlardan milliyetçiliğin yükselişinin nedenleri üstüne araştırma ve rapor istemelerini öneriyoruz.
Çünkü eminiz o çalışmalarda bu rüzgarın ardında gençliğin gelecek kaygılarının, hayat korkusunun bulunduğunu görecekler.
Belki o zaman eğitimden istihdama kadar geniş bir alanda köklü adımlar atmanın ne denli hayati önem taşıdığını anlayabilecekler...