Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ERDAL ŞAFAK

Din adına dinden çıkanlar

Madrid'deki vahşetin sorumlusu ETA da olabilir, El Kaide de. Herkesin kabul etmesi gereken gerçek şu: El Kaide, parmağının bulunmadığı terör eylemlerinin de ahlaki sorumlusu.

Çünkü Rand Corporation'da analizci olarak görev yapan güvenlik sorunları uzmanı Kevin O'Brian'ın belirttiği gibi, "El Kaide, 11 Eylül'le korumasız sivilleri hedef alan terör modelinin yaratıcısı oldu."

Evet, Madrid'deki kan gölünü ETA da yapmış olabilir, El Kaide de. İnsanı en çok, sözcüklerin yetersiz kaldığı bu cinnetin Avrupa'da rönesans, reform ve aydınlanma çağını tetikleyen İslam uygarlığının, Endülüs'ün coğrafyasında, İbni Rüşd, İbni Bacce, İbni Tufeyl, İbni Meymun, Muhyiddin İbni Arabi'nin ruhlarının dolaştığı diyarda işlenmiş olması kahrediyor.

O yıldızlar söndü mü?
O İbni Rüşd ki, "İnsanlığın ortak düşünüşü" kavramının babası, gerçeğin peşinde koşan bir avcıydı. "İnsanlar ölür, insanlık kalır. İnsanlık ölümsüz, düşünüşü de ebebidir. İşte bu ortaklaşa düşünüşün ulaşamayacağı sınır yoktur" derdi.

O İbni Bacce ki, felsefenin insanın tanrıya yaklaşmasını sağladığını söyler, "Mükemmele gitmek için insanda kapasite var" derdi.

O İbni Tufeyl ki, yaratılış ve evrim konusunda çağının çok ötesinde görüşlere sahipti, "İnsan en yüksek bilgiyi elde edecek güce sahiptir" diyerek projektörlerini içimizin ve evrenin sonsuzluklarında dolaştırırdı. "Tanrıya ibadetle değil muhabbetle varılır" derdi ve sorardı: "Apaçık gerçekler dururken, niçin birtakım gizlemelere gidilmiştir? Örneğin yeryüzünde insanların birbirleriyle dövüşerek asla geçemeyecekleri gerçek köprüler varken, Sırat gibi bir ötedünya köprüsünü ortaya atmak neden?"
O İbni Meymun ki, hayatını aklı inançla bağdaştırmaya adamıştı. Dönemin siyasi otoritesini korkutacak kadar bir özgür düşünce, özgür insan anıtıydı.

İnsanın kutsallığı

Ve nihayet o Muhyiddin İbni Arabi ki, "El-Şeyh El-Ekber", yani "En Büyük Öğretmen" diye nam salmıştı. İlmini doğrudan doğruya Allah'tan aldığını söylerdi, "Benim hiçbir iradem yok. Allah'ın kapısında boynum bükük, O'nun emrine hazır durur, o kapıdan ne sızarsa onu yazarım" der, eklerdi: "Ruhu'l-Emin kalbime inince terkibim dağılıyor; bana zan, tahmin ve şüpheden uzak bilgiler veriyor..."

İşte o cesur, derin, insanı erdem içinde özgürleştirmek için çırpınan İslam düşünürlerinin diyarı şimdi insanlıktan çıkmış canavarların kan gölüne dönüştü.

Kur'an-ı Kerim, Neml suresinde, "Biz ademoğlunu üstün kıldık" der, Müminun suresinde açar: "Muhakkak ki, biz insanı balçığın mayasından yarattık. Sonra onu sağlam bir karargahta nutfe çektik. Sonra nutfeyi (sperm) kan pıhtısı, bu kan pıhtısını bir çiğnem et yaptık, o bir çiğnem ette kemikler yarattık, kemikleri et ile örttük. Sonra onu başka bir yaradılışla insan haline getirdik.

Böylesine kutsal insan ve bedeni. Böylesine dokunulmaz. Bu "dokunulmaz"ın vahşetin hedefine dönüşmesinin nedenini bizce en iyi NPQ (New Perspectives Quarterly) dergisinin yayımcısı Nathan Gardels ortaya koydu. Şöyle diyor:
"İslam'da bedenimiz tanrının bize emanetidir. Hıristiyanlıkta kişi dokunulmazdır; çünkü tanrının inayetinin yansımasıdır ve tanrının suretinde yaratılmıştır. Bunlara artık inanmıyorsak tüm değerler çöker, geride nihilizm ile çağımızın silahlarından oluşan öldürücü bir karışım kalır."

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA