Şu mübarek günlerde de İslam ülkeleri dünya gündemine damgasını vurmayı "başardı..." Ama hiç de övünülecek gündem değil bu.
Hangi birini sayalım? Mina'da şeytan taşlamanın faciaya dönüşmesini mi? Kuzey Irak'ta bayramlaşmanın katliama yol açmasını mı? İran'daki siyasal krizi mi? Pakistan'da "Atom bombasının babası" Abdul Kadir Han'ın nükleer sırları satan şebekenin başı çıkmasını mı?
Bu "yoğun" gündeme bugün "esaslı" bir madde daha eklenecek: Fransa'da devlet okullarında türban yasağı getiren yasa tasarısının mecliste görüşmeleri başlıyor.
"Esaslı madde" dememiz boşuna değil. Çünkü Fransa'daki yasa ve uygulaması çok büyük bir olasılıkla tüm AB ülkeleri için de emsal oluşturacak.
Türban tartışmaları, birkaç yıldır Fransa'nın siyasal ve toplumsal yaşamını alt-üst eden bir konu. Tıpkı Türkiye gibi.
Burada bir parantez açıp, türbanın kökenini özetlemekte yarar var. Humeyni 15 yıllık sürgününün son günlerinde, Paris yakınlarındaki Neuphle-le-Cheteau'da İtalyan kadın gazeteci Oriana Fallaci'ye "İran'da bizim rejimimizde kadınlar ile erkekler eşit statüde olacak. Kadınların tüm haklarını tanıyacağız" demişti.
Ancak 1 Şubat 1979'da İran'a dönüşünde, ilk fetvası "Tüm Müslüman kadınlar örtünecek" olmuştu. Fallaci, İslam Cumhuriyeti'nin temellerinin atıldığı o günlerde bir kez daha dini liderle görüşmeyi başarmıştı. Ancak Humeyni bir şart koşmuştu: "Başını örtecek..." Fallaci "Hani uçakta bana kadınların tüm hak ve özgürlüklerine sahip olacaklarını söylemiştiniz. Ne oldu?" diye sormuş, Humeyni de gülerek, "Ben kadınların hak ve özgürlüklerine sahip olacaklarını söyledim ama başları açık olacaklar demedim ki" diye konuşunca, cesareti ve pervasızlığıyla ünlü İtalyan gazeteci türbanını çıkarıp yüzüne fırlatmıştı...
İşte Müslüman ülkelerde türbanın doğuşu demesek bile yayılması Humeyni'nin İran'a ayak basar basmaz verdiği o fetvaya dayanıyor.
Avrupa İslamı olur mu?
Fransa türbandan yola çıkarak, okullarda dini simgelerin tümünü yasaklamaya götüren kararı çok ateşli tartışmalardan sonra aldı.
Yasayı hazırlayan komisyonun başkanı Bernard Stasi bakın çıkış noktalarını nasıl anlatıyor:
"Fransız laikliği, dini özgürlüğün kısıtlanmasına değil, devletin hiçbir dine ayrıcalık tanımaması ilkesine dayanıyor. Böylece ulusal birliği tehlikeye düşürmeyecek dinsel çoğulculuğun koşullarının korunmasını öngörüyor.
Biz daha önce nasıl diğer dinleri hoşgörü ve saygıyla aramıza kabul ettiysek, İslam'ın da laik Fransa'da hakkı olan yeri almasını istiyoruz. Ancak din özgürlüğü kalkanı arkasına sığınıp, köktencilerin tüm dinlerin birarada hoşgörü içinde yaşamasının ortamını yok etmeye kalkışmalarına izin veremeyiz."
Stasi iyi niyetlerini kanıtlamak, İslam'ı değil, İslam'a da ölümcül zarar veren köktenciliği önlemek istediklerini göstermek için, Cumhurbaşkanı Chirac'a yaptıkları önerileri hatırlatıyor. Örneğin, silahlı kuvvetler bünyesinde Müslüman askerler için imamların görevlendirilmesi gibi...
Tartışmaların ayrıntılarında boğulup giden bir gerçeği vurgulamakta karar var. Fransa, devlet okullarında her türlü dini simge ve giysileri yasaklayan yasayla yalnızca türbanı hedef almıyor, yarının toplumunda dinlerin barış içinde birarada ve daha da önemlisi toplumsal baskı unsuru olmadan yaşayabilmelerinin koşullarını oluşturmaya çalışıyor. Daha açık ifadeyle, İslam'ı dönüştürmeyi, "Avrupa İslam'ı"nı yaratmayı amaçlıyor. Bir başka deyişle, Fransa, İslamiyet'i en azından Avrupa'da reforme etmek, kamusal ve siyasal alanların dışında, bireyin dinsel özgürlüğüyle sınırlı bir inanç boyutlarına getirmek iddiasıyla yola çıkıyor.
Fransız meclisindeki tartışmaları iyi izleyin. AB'deki İslamiyet'in sınırlarına ilişkin çok değerli ipuçları bulacaksınız...