Beslenme uzmanlarının bir sözü var:
"Yediklerinizden oluşuyorsunuz."
Yani ağzımızdan vücudumuza giren nesneler bünyemizi belirlermiş.
Bu doğruysa, "Demek acayip yaratıklarız" diye düşünmek kaçınılmaz. Öyle karışık şeyler yiyoruz ki...
Başka canlılar da değişik kaynaklardan beslenebilir; ama yedikleri hep doğada bulunan şeylerdir. Biz ise insan icadı "lezzetli" nesneleri bir sürü yapay madde içeren mayonezler, soslar, salçalara bularız.
İşin tuhafı, değişik kültürlerin toplulukları birbirlerinin taamlarından tiksinebiliyor.
Biz Çinlilerin köpek ya da yılan yediklerini duyunca "Ööö" deriz. Bir resmî davetimizde bir Alman konuk açık büfeden alıp yemeye başladığı ve pek beğendiği tatlının ne olduğunu sorunca "Sütle tavuk göğsünden yapılır" demiştim de, yüzünü buruşturarak elindeki tabağı bırakıvermişti.
Fransızların bayılarak atıştırdığı salyangoz benim midemi bulandırır. O ülke vatandaşı bir hanımın tartışma sırasında pastırmayı gündeme getirerek "sırtlan ağzına layık, kötü çürütülmüş et" dediğini ise unutamam. (Salyangoz eleştirime tepkiydi).
Avrupa'da on gün önce patlak veren "at eti skandalı" dallanıp budaklanarak sürüyor. Romanya kaynaklı sığır kıymasına at eti karıştırılmış, hazır yemek diye paketlenmiş, Güney Kıbrıs'tan da geçirilerek Batı Avrupa'da pazarlanmış. "Kim yaptı bu melaneti?" diye birbirini suçlayan suçlayana.
Kıymalara at etiyle birlikte eşek eti de karıştırıldığı iddia edilince tartışmalar büsbütün alevlendi. (Hayır, efendilik bizde kalsın; ülkemize burun kıvıran Avrupa'nın bugünkü politik ve ekonomik durumuna bakarak "Yediklerinden oluşmuşlar" demeyelim).
Asıl ilginç garabet şu: "Skandal" patırtısı sonucunda at eti satışı patlaması yaşanıyor Fransa'da.
Amerika'da sinemalar, alışveriş merkezleri, kiliseler, okullar basılıp düzinelerce insan kurşunlandıkça silah satışları artmakta. Başka ülkelerde de ırkçı saldırı ve katliam örnekleri görülür görülmez o tür toplum sapıklıkları yayılmaya başlıyor.
İster istemez bir soru geliyor akla: İnsan ruhunda olumsuzluğu, skandalı, anormalliği çekici bulma, beladan hoşlanma gibi bir çarpıklık mı var?
Kendi ülkemize bakınca da güçleniyor o kuşku. "Önce yangını söndürelim, sonra yine didişiriz" önerilerinin pek işe yaradığı yok. "Öncelik didişimdedir, yangın sürebilir" eğilimi hayli yerde ağır basmakta. Şirretlik için şirretlik artıyor.
Yanlış mı besleniyoruz acaba?
Edepsizlik freni vejetaryen Erdal Şafak kardeşimize danışalım:
Uygarlaşmak için ne ziftlenmeliyiz?