Özel yaşantımdaki beklenmedik gelişme çok hoşuma gidiyor: Genç sayılacak yaştaki, Batı kültürüyle yetişmiş eşim Türk musikisine merak sardı. Bilgisayarında bir yerlerden indirdiği şarkıların nağmeleri çalışma odama kadar yayıldıkça kendi gençliğimi yeniden yaşamanın melali doluyor içime.
(Melalin ne olduğunu bilmemeniz muhtemeldir. Haşim'i okutan da kalmadı ki.)
Hayır, sırf "nostalji" değil musikimizin bana yaşattığı. Heybeli'deki mehtap sefasını, Erenköy bahçelerinin kokusunu, Kalamış'taki tatlı huzuru hatırlamanın yanı sıra Hasan Âlî Yücel'le, Muhsin Ertuğrul'la, Nâzım Hikmet'le sohbetlerin ağırlıklı rengi de karışıyor anı mozaiklerime: ulusal kişilik gururu.
O duyguyu şoven milliyetçiliğin başkalarını aşağılayıcı böbürlenmesinden özenle ayrı tutmak gerek. Batı maymunu olmamak, "Eziklik içermeyen bir geçmişin uzantısıyım, ben benim, kişiliğim var" diyebilmek.
O kadar.
***
Ekranlarda alaturkayla ancak Mehmet Barlas'ın programında karşılaşıyor, çölde bir dosta rastlamış gibi keyifleniyordum. Bunu yazmaya başlamadan önce "
Yaşamdan Dakikalar" seyrinde de öyle bir ikram çıktı karşıma: Musikimizin iki ustası şölen sundular.
Ama Hıncal Uluç'un arada vurguladığı bir gerçek de yüreğimi sızlattı: Artık o tür beste yapılmıyor pek. Yani kültürümüzün o önemli damarı körelmiş gibi.
Neden? Yeterince dinleten, öğreten, önemseyen yok da ondan. Olmayınca, çarşı azmanına dönüşmüş ortamımızda pazarlanmayınca, "
müşterisi" de yok.
Kültürümüzle ilgili çoğu alanda durum öyle. Bakın, yarın Dünya Tiyatro Günü. İzlediğim programın konuğu Kenan Işık'tı. Bu yıl ulusal tiyatro bildirisini o yazdı. Ne dedi, biliyor musunuz? Kezzap gibi bir alayla gerçeği yüzümüze vurdu:
"
Boyuna ülkemizde tiyatronun öldüğü söyleniyor. Madem cenaze kaldırıyoruz, elimiz varmışken mezarını kazıp gömelim de kurtulalım!"
***
Ne demektir bir yerde televizyonun tiyatroyu öldürmesi? Toplumun hödükleşmesidir. Kafası zekâ ve birikim dolu, nüktedan, ağzına baktıran bir hoş sohbet bilgeyle konuşmayıp mahalle kahvesi gevezeliğiyle vakit öldürmek demektir.
"
Tiyatromuz büsbütün ölmedi ki, perdeler açılıyor" diyebilirsiniz. Evet, çilekeş icracıların canlarını dişlerine takmasıyla açılıyor perdeler güç bela. Ama sergilenenler ses getirmiyor. Çünkü, kalitesi ne olursa olsun, hemen hepsi ithal. Tiyatromuz "
ayna tutmuyor" kendi toplumuna.
O toplum hasta çünkü. Siyasetinden medyasına kadar her alanında insanlar birbirini tepelemeye bakıyor. Uluç'un sözünü ettiği bestecilik gibi oyun yazarlığı da kurutuldu. Yarın Tiyatro Günü âdet yerini bulsun diye "
kutlanırken" vaktiyle sahnelerden topluma zekâ ve neşe saçan düzinelerce meslektaşımı hüzünle anacağım. Hepsi ya Cumalı gibi öldü, ya Özakman gibi küsüp kenara çekildi.
Çelebi, böyle oluyor bizde kültür dediğin.