Bayram dolayısıyla anılar tazelenince bir tartışma konusu da gündeme geldi yine: Eskiden ülkemizde hayat daha mı iyiydi? İleriye mi gidiyoruz, geriye mi?
Çok şey bilmesem de, eskiyi biliyorum yaşım sayesinde. O uzmanlığıma dayanarak söyleyeyim: Hem ileriye, hem geriye gitmekteyiz.
Nasıl olur?
Olur. Oluyor. Çünkü toplum kamyon gibi yekpare nesne değil. Yaşantısının bir bölümü bir bakımdan ileri giderken başka bölümü başka bakımdan gerileyebiliyor.
Ekonomimiz semirmekte. Demokratikleşiyoruz. Ama o gelişmeler olurken bireyler alt sınıflardan yukarı katlara tırmandıkça seçkinlere vergi incelikler kayıplara karışıyor.
Eskiden Arnavutköy çileği, topatan kavunu, Bursa şeftalisi vardı. Sokak kapısından mutfağa taşınırken rayihaları evin içine yayılırdı. Dar gelirli kentliler bunları pek yiyemezdi. Köylülerin ise haberi bile yoktu onların varlığından. Şimdi hepsi buharlaştı gibi. Yerlerini nispeten ucuz maliyetli, dayanıklı, ihracata uygun, "kullanışlı", ama tatsız ve kokusuz harcıâlem meyveler aldı.
Öyle oldu diye ekonomik gelişmeye hayıflanmak, göbek kaşıtan demokrasiyi lanetlemek mi gerek? Hayır. İncelikler önce azalacak, sonra yavaş yavaş toplum geneline yayılacak. Arada artan kabalıklara katlanılacak.
Sonra onların da törpülendiğini göreceksiniz.
Oluyor bu. Başladı. Ona da somut örnek vereyim.
Kebapçılar artarken iyi hünkârbeğendi, İskoç etekli levrek, Chateaubriand sunan lokantalarımız azaldı. Ama başka şeyler de azaldı. Çok eskilerde değil, on yıl kadar öncesinde ben İstanbul sokaklarında yürürken kaldırıma basamaz, taşıt yolunun içinden giderdim. Çünkü kaldırımlar -yoğun biçiminin adını söyleyip midenizi bulandırmayayım- tükürük kaplıydı.
Şükürler olsun, artık sokağa tüküreni nadiren görüyor, kaldırımdan yürüyorum. Kalabalığın içinde, halktan kopukluk duygusu yaşamadan.