Önünüze şöyle bir metin koyduğumu, arkadaşlarla birlikte hazırladığımız bildiriyi kamuoyuna açıklayacağımızı söylediğimi, sizin de imzalamanızı istediğimi düşünün:
"Çinakop tutulmasını lüferseverler sıfatıyla kınıyor, balık avının yasaklanmasını talep ediyoruz."
Çinakop tutulmasının kınanmasına katıldığınız ama her çeşit balık avının yasaklanmasını istemediğiniz gerekçesiyle bildiriyi imzalamaktan kaçınırsanız... O yüzden sizi çinakop düşmanı ilan edersem... Akıl karıştırarak hem size, hem balıkçılara, hem de topluma zarar veren bir saçmalık olur, değil mi?
Gelin görün ki temel sorunlarla ilgili konularda bile öyle işgüzarlıklar yaşanıyor ülkemizde. Ego doyumsuzluklarını çevrelerinden alkış toplayarak giderme bağımlısı tipler var. Ne çözüm üretir, ne bir şey yaratır, ne herhangi bir atılıma somut katkı sağlarlar. İşleri güçleri her fırsatta "Aydın olmanın şartı karşı çıkmaktır" diye nara atarak toplumdan yana "faal" görünmektir.
"Başarı" kazandıkları zaman aldıkları sonuç ise AKM binasının harabeye dönmesi gibi topluma zarar veren bir tıkanma olur hep.
Böylelerinin ikide bir kendi aralarında imzaladıkları bildiri yayımlamaları ise hem karmaşık sorunları tek boyuta indirgeyerek çözümleri zorlaştırıyor, hem de imzalar arasında adı bulunmayanları metnin içerdiği sözlere katılmamış duruma düşürüyor.
Bir keresinde ben öyle bir zırvanın sıkıntısıyla yurt dışında karşılaştım.
***
Paris'te, uluslararası bir kültür kuruluşunun yönetim toplantısındaydım. Çok ülkeden temsilci vardı masanın çevresinde.
Güney Kıbrıslı üye sırıtarak acayip bir laf etti:
"Türkiye'den gelen dostumuzu ilerici aydın bilirdik. Ama kendi uzmanlık dalı olan tiyatro alanında faşistmiş."
Şaşırdım,ne demek istediğini sordum. Çantasından çıkardığı kâğıtları ve gazete kupürünü önüme itti. Ortaya konuşmayı da sürdürdü:
"Ülkesinde sol tiyatronun üstündeki baskılara karşı kıyamet koparılıyor, gösteriler yapılıyor. Ama faşist uygulamaları lanetleyen bildirinin altında arkadaşımızın imzası yok."
Suçlama belgesi diye masaya getirdiği bildiri berbat bir çeviri ve "Tiyatroya Özgürlük!" başlığıyla internete sürülmüştü. İmzaların çoğu adını daha önce duymamış olduğum birilerinindi.
İçerdiği iddialara göz gezdiren bir yabancı Türkiye'deki "ilerici" tiyatrocuların asılıp kesildiğine inanabilirdi. Kupürdeki fotoğrafa bakınca da kahkahayla gülmemek için zor tuttum kendimi.
Aralarında değerli ve iyi niyetli kişilerin de bulunduğu bir grup nedense tiyatroya özgürlük dilemeyi gerekli görerek Galatasaray'dan Taksim'e yürümüş. En öndekilerden biri de ömrümde tanıma bahtsızlığına uğramış olduğum en ilkesiz, en kaypak, en üçkâğıtçı herif-i nâşerifti.
"Türkiye'nin ödenekli tiyatrolarında Nâzım Hikmet'in, Aziz Nesin'in, solcu Kürt yazarların oyunları oynanıyor" dedim. "En başarılı oyuncu ve tiyatro sahiplerimizden Genco Erkal boyuna sakal takıp Marx oluyor sahnede. Ben de size bir gazete fotoğrafı göndereceğim. Ona en yaygın medya imparatorluğumuzun sahibi adına ödül verildi. Törende Aydın Doğan ailesiyle birlikte alkış tutuyor."
***
Her toplumsal gelişmenin çocukluk hastalıkları dönemi olabilir. Türkiye o aşamadan çıkmalıdır artık.
Özenti ve göstermeci gayretkeşlik genelde de çirkindir ama kuyumcu özeni gerektiren duyarlı konulara yaklaşımları bulandırdıkları zaman çözümler zorlaşıyor.
Örneğin oluk gibi şehit kanı akan günde Kürtçe şarkı söylemenin yersiz olup olmadığı sorusu bütün boyutlar dikkate alınarak serinkanlılıkla tartışılabilmeli. Apar topar şu ya da bu yönde kınama bildirileri yayımlamak tepkilere, onlar da karşı tepkilere yol açarak ortamı büsbütün geriyor. Gerginlik artırımı ise bugün en katlanamayacağımız zam.
Kendini gösterme yarışında öne geçmek için her şeye hemen maydanoz olmaktan vazgeçilsin lütfen. Sorunlarımız çok ciddi. Salata değil.