Düze çıkıyoruz derken yine çarşafa dolandık. Vıcık vıcık kanlı bir çarşafa.
Duruma şaşkın şaşkın bakıyor, basmakalıp laflar geveliyoruz.
Aslında şaşılacak bir şey olmamalı. Savaşta kan akar. Ama kimin niçin savaştığı, hangi sonuca ulaşıldığı zaman yenenle yenilenin belli olacağı bilinir. Bugünkü durum öyle değil.
Tarafların kendi içlerinde şahin kanat, güvercin kanat, derin bölüm, sığ bölüm var. Hangi komuta düğmesine ne zaman kimin bastığı anlaşılamıyor.
Niçin basıldığı, nasıl ödünler verilirse basmaktan vazgeçileceği de tartışmalı hep.
Hasılı, barışa yönelmek için neyin eksik olduğu belirsiz.
Ölümcül bilmecenin çözümü üstüne kara kara düşünürken önüme bir ipucu çıktı.
***
Övünmek gibi olmasın, saçları değirmende kırlaştırmadık; Türk dostu geçinen yabancıların içtenlik derecesini yüzlerinden, gözlerinden, sözlerinden anlarım çabucak.
Richard Armitage Türkleri gerçekten beğendiği için Amerikan Türk Konseyi başkanlığını kabul etmiş. (Ülkesinin politikasında bunun kendisine sağlayacağı getiri yok; hayli eleştiri göğüslüyor).
Bağımsız davranmayı başına buyrukluk noktasına vardırmakla ünlü, asker kökenli bir yönetici-diplomat. Denizci olduğu halde Vietnam Savaşı sırasında oranın karacılarıyla görev yaparken ormanlarda serüvenler yaşamış. Bozgun başlayınca panikleyen denizcilere okyanusun karadan uzak bir noktasında randevu vermiş.
Oraya varınca bakmış ki Amerikan hükümetinden onay gelmiyor. Yiyeceksiz ve susuz kalan Vietnam gemileri deniz ortasında perişan... Emir memir beklemeden, Filipinler'den de onay almadan, sorumluluğu yüklenip filoyu peşine takmış, o ülkenin bir limanına götürmüş.
Delifişekliğine karşın bütün görevlerinde öyle başarılı olmuş ki, birçok kilit konumlara da getirilmiş. Her zaman açık sözlülüğü patavatsızlığa vardırmış. Savunma bakan yardımcılığı sırasında kendisine şöyle ültimatom verdiğini anlatıyor Pakistan'ın eski cumhurbaşkanı General Müşerref:
"Terör yatağı olursa ülkeni bombalayarak taş devrine yolcu ederiz."
Dizginsiz üslubu yüzünden CIA ile de başı derde girdi Armitage'ın. İleri geri konuşurken gizli kimliklerin ortaya çıkmasına neden oluyor diye hakkında soruşturma açıldı.
Hâlâ uğraşmakta.
İstanbul Kültür Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanı Bahar Akıngüç Günver Amerikan Türk Konseyi yönetim kuruluna seçilmiş. Onun davetiyle sivri dilli başkanın Cuma günü üniversitede konuşma yapacağını duyunca merak edip gittim, dinledim.
***
Dünyada işlerin çorbaya döndüğünü, sorunların çözümü için her şeyden önce liderliğe ihtiyaç bulunduğunu söyledi. Liderliğin ilk şartını da ne istediğini ve hedefe nasıl varılacağını bilmek diye tanımladı.
Yaşayan belli başlı liderlerin hepsini yakından incelemek fırsatını bulmuş. Aralarında söz konusu şarta uyan yok gibiymiş.
Doğru bulduğu yöne yığınları çekip götürecek yerde onların nereye kaydığını kolluyor, nabız tutuyor, anketlere bakıyor, taraftarların peşine takılıyorlarmış. (Obama iyi adammış ama o da öyle yapıyormuş.) Şarta uyan iki kişi varmış bugün dünyada.
Biri Güney Kore'nin lideriymiş, öteki de bizim başbakan.
"Sabah uyandıklarında o gün ne yapacaklarını biliyor ve yapıyorlar" dedi.
Konuğu olduğu ülkenin liderini pohpohlamak için söylenmiş nezaket sözü sanmayın bunu. Çünkü hemen ekledi:
"Tabii, bir insanda liderlik özelliği bulunduğunu görmek onun çizgisini yüzde yüz paylaşmak anlamına gelmez."
İşte o söz kafamda bir mum yaktı. (Ampul dersem siyasal simge olur.) Karşınızdaki kişinin her görüşüne katılmasanız da onunla
"asgari müştereklerde" buluşup el sıkışabilirsiniz. Tek şart sizin de onun kadar ne istediğini bilen ve gereğini yapabilen insan olmanız.
Uzun sözün kısası: İçinde debelendiğimiz kanlı kısır döngü ne zaman mı sona erer?
Kürt tarafı kendi net kafalı ve tam yetkili liderini belirleyip Tayyip Erdoğan'ın karşısına oturtabildiği zaman.