Ne uluslararası saygınlık, ne de sanat açısından ciddiye alınabilecek bir yarışma Eurovision. Hani parası bol, estetiği kıt çevrelerin fazla kaçmış arpa enerjisini boşaltmak için maskeli balolarda insanlar acayip kılıklara girerek maskaralık yaparlar ya. O biçim bir "eğlence".
Rüküş boy ölçüşmede öne geçmeyi ulusal bayram konusu saymak ne kadar anlamsızsa, geri kalınca karalar bağlamak da o denli gereksiz.
Ama işin ciddiye alınacak bir yanı var.
İnsan eğlence diye maskaralık yaparken de onurunun zedelenmemesine özen göstermeli.
Bizim bu Eurovision hikâyesinde gerçekten alay edilecek durumlara düştüğümüz oluyor.
Yıllar önce o yarışmaya katılacak gösterimizin yayımlanacağını duyunca merak edip ekran karşısına geçmiş, neye uğradığımı şaşırmıştım. Temsilcimiz "Opera, opera!" diye haykırıyor, birtakım yabancı ürünlerinin adlarını avaz avaz sıralıyordu.
Öylesine kişilik yoksulluğu sergilemenin skandal olduğunu yazmama kızmıştı şarkıcının savunucuları.
Yarışmada berbat sonuç aldık ama o önemli değildi. Avrupa gazetelerinde parçamızla günlerce dalga geçildi. Bir süre sonra ITI-UNESCO Yönetim Kurulu'nun Paris'teki toplantısında Güney Kıbrıslı üye "Eurovision'a gönderdiğiniz parça Türk kültürünün durumunu iyi yansıtıyordu" dedi sırıtarak.
Hatırladıkça gerilirim hâlâ. (Aynı dostumuz bir başka toplantıda Devlet Tiyatromuzun Atina'ya bir Yunan klasiğiyle gidişini de alaya almıştı. Bereket versin, o kurumumuzun daha sonra Kuzey Kıbrıs'a Maria Callas'ı anlatan bir oyunla gideceğini bilmiyordu.) Şimdi Eurovision finaline katılmadan elenmek de önemli değil. Yarışma bu; geçmek de var, geçilmek de. Utanılacak durum, parçamızın sesiyle, görüntüsüyle, içeriğiyle yüzde yüz özenti olması. Yetkililerden rica edelim. Gelecek yıl parlak bir parça üretilmesini sağlamak ellerinde olmayabilir.
Ama Türkiye'yi Batı maymunu yapmasınlar lütfen.