Ülkemiz üstüne doğru teşhislerini izlemiş olduğum üç akıllı yabancı: Hint asıllı Fareed Zakaria. Amerikan basınının en parlak yıldızlarından. Çok etkili bir televizyon programı da var.
Steven Cook. Türkiye uzmanı sayılan araştırmacı yazar. "Türkiye ve Cezayir" adlı son kitabı tartışılmayan bilgi ve yorumlarla dolu.
Richard Haass.
Dış İlişkiler Konseyi Başkanı. Amerikan Dışişleri ve Savunma Bakanlıklarının kilit noktalarında görev yaptı. Evren'in Washington ziyaretini izleyen gazeteci grubu içinde oraya gittiğimde onunla konuşurken ne cin olduğunu görmüştüm.
Üçü bölgemizdeki durumu tartıştılar Zakaria'nın programında. Türkiye de gündeme geldi tabii. Sonuçta şu görüşte birleştiler:
Adalet ve Kalkınma Partisi çok olumlu atılımlar gerçekleştirdi. Ama bunu üye olunmasını ister göründüğü Avrupa Birliği'nin desteğiyle asker vesayetini kırmak için yaptı; rahatlayınca durdu.Demokrasi karşıtı generaller de Avrupa'dan çekinerek yenilgiye katlandılar.
Yani iktidardaki partimizi ve silahlı kuvvetlerimizi yönetenler özel hesaplarından başka her şeye boş veren ilkesiz çıkarcılar.
Öylece "aşırı basite indirgeme yoluyla genelleme" yapan üç kurt gözlemcinin Türkiye yorumlarında ilk kez hata payı gördüm. Kendi çevremdeki dostların birçoğu da aynı abartı yanlışına düşüyor.
***
Gazeteciliğin bir sürü belasının yanı sıra büyük bir yararı var. Pek çok ilginç insan tanıyor,
"Şimdi duyduklarım aramızda kalacak" diyerek içtenliğinize inandırdıklarınızın ruhsal röntgenini de çekebiliyorsunuz.
Ben o yoldan -bugün ülkeyi yönetmekte olanların bir bölümü dâhil- birçok politikacımızın iç dünyalarını da tanıma fırsatını buldum. Özetle söyleyeyim:
Hemen hiçbiri katıksız çıkarcı anlamında
"kötü insan" değil. Çoğunluğu Avrupa üyeliğimize ve
"demokratik, laik hukuk devleti" kimliğiyle ilerlememize yürekten taraftar.
Elbette parti hesapları yapıyorlar ama, fanatikleşmeden.
Askerlere gelince... Hasbelkader, birçok generalle de yakınlığım oldu.
"Medine Savunucusu" Fahrettin Paşa'nın oğlu Selim Türkkan teyzemin kızıyla evli, halim selim bir adamdı. Generallikten emekli olduğu yıllarda bir gün Nermin Ablamı ziyarete gittim; kapıda onunla karşılaştık. Elinde gazete kâğıdına sarılı uzun bir şeyle koşarak uzaklaştı.
Kafadarlarıyla sözleşmişler, Radyoevi'ni basıp darbe yapacaklarmış. O gün tutuklandı, epeyce yattı. Tam operet olayıydı.
Savaş içinde tercümanlığını yaptığım Namık Argüç inanılmaz bir tipti ama o da melun değildi. Erleri boyuna korkutmaya çalışır, başaramaz, hepsini
"sert baba gibi" severdi.
Yine Kore savaşında hayli zaman çadırını paylaştığım Turgut Sunalp'ın daha da karmaşık bir kişiliği vardı. Benim evlilik yoluyla hısmım, Nâzım Hikmet'in yakın akrabası olduğu halde siyasal açıdan tam faşistti. (Kenan Evren'in başbakan adayı oldu).Ama aynı zamanda yufka yürekli, ince beğeni sahibi, Batı değerlerine bağlı bir şövalye idi tam tamına.
Kıbrıs'ta bulunurken oradaki komutanlarımızla dostluk ettim. Özellikle-sonradan Genelkurmay İkinci Başkanı olan- Kaya Yazgan Paşa ile kardeş gibiydik. Ömrümde tanıdığım en demokrat ruhlu, en zarif, en candan insanlardan biriydi. Bir gün elini omzuma koyup gözlerimin içine bakarak
"Vaktiyle yaptıklarının hepsini biliyoruz ama kızmadık" deyişini unutamam.
Liste uzadı. Ne yapayım, gerçek. Evren'in önce sınıf arkadaşı, sonra rakibi Orgeneral Bedrettin Demirel bacanağımdı. 12 Eylül öncesinde
"şartların olgunlaşmasının" nasıl beklendiği gibi tarihsel ayrıntıları anlatırdı. Darbelerden onun kadar nefret eden insan görmedim. Sapasağlamken bir gece Ankara Orduevi'nde ölüverdi uykusunda. Nedenini çözemediğim olaylardandır.
***
Diyeceğim, ne hayat kimilerine göründüğü kadar basit, ne de insanlar. Gereğinde karşı çıkalım, kızalım, cezalandıralım. Ama her şeyi tek boyuta indirmeden, anlamaya çalışmaktan vazgeçmeden, öfkemizin aklımızı bulandırmasına izin vermeden.
Çünkü öylesi de fanatizmdir.