Dünyayı Beşiktaş forması gibi görenler tereddüt güçlüğü çekmeden yaşarlar; akla kara arasında seçim yapmak kolaydır. Görüş alanına değişik koyulukta griler girip de seçenekler çoğalınca kafalar karışır.
Uzun yıllar boyunca kamuoyumuzda doğru yol sayılan düşünce sistemi iki bile değil, tekti: "Atatürkçülük". Sonra "sağ"-"sol" çatışması çıktı. Günümüzde ise ayrımların sayısı belli değil.
Laiklik ile dincilik, Türkçülük ile Kürtçülük, askercilik ile sivilcilik, Sünnilik ile Alevilik, Batıcılık ile Doğuculuk, evetçilik ile hayırcılık ve başka sanal seçenekler arasında tercih yapmaya zorlanan insanların oylarını kazana koyup karıştırın, bakın nasıl bir tadı belirsiz aşure çıkıyor ortaya!
Sorunları netleştirmenin çaresi soyutu somuta indirgemektir. Bugünkü toplumumuza dikkatle göz gezdirerek fark etmeye çalışın: kim yararlı, kim zararlı?
Yararın tanımı da çok seçenekli olduğu için, sorunun ikinci bölümünü yanıtlamak daha kolaydır. Çöp toplayanla ağaç sulayan arasında tercih yapmakta zorlanabilirsiniz de, evinizi soyan hırsıza karşı çıkarken hiç düşünmezsiniz.
***
Ömrümün ilk yarısında benim için hasım besbelliydi: emekçiyi sömüren kapitalist. Onun savunmak için her yola başvurduğu düzen bütün kötülüklerin kaynağıydı.
Sonra, dünyada olup bitenleri izlerken, bir gerçek gözüme çarptı: o adam emek ürününden pay kapıyordu ama, bir işlevi vardı. Sermaye buluyor, iş kuruyor, üretim geliştiriyordu. Onun olmadığı yerde durgunlaşıp kokuşan ortam da zarar veriyordu yığınlara. Keratanın yok edilmesi değil, egemenliğinin önlenmesi gerekliydi.
Öyleyse, dünyadaki rezaletin sorumlusu kimdi? İncelemeyi sürdürünce yalnız kapitalistin değil, bütün toplum egemenlerinin gerisinde duran bir yardakçı dikkatimi çekti:
Bürokrat. (Nadiren rastlanan iyi huylusu değil tabii. Sırtını dayadığı devlet kavramına sahip çıkar görünen, kendisini besleyen halka tepeden bakan, sömürülerden payını gizlice alan, egemenliğini sürdürmek için her türlü dalavereyle statükoyu savunan habis tipi.)
***
Yeterince dikkatle bakan herkes gördü: ülkemizde kapitalist pek yoktu zaten. Düzen dünyaya kapalı politikacı-bürokrat-üçkâğıtçı ortaklığıydı. Bu sonuncular ötekilerle el ele veriyor, içte ve dışta rekabete girmeden, yani en iyi mal ya da hizmeti en ucuza mal etme yarışına katılmadan kapalı pazarda halka kazık atarak semiriyor, vurgun kazançlarını egemenlik ortaklarıyla kırışıyorlardı.
Hazineden geçinen görevlilerin sıfatı fark etmezdi. Yüksek memur, yüksek yargıç, yüksek komutan diye de adlandırılsalar, önemli olan düzenin sürmesini sağlamalarıydı.
Bu arada kendilerini solcu belleyenlerimiz inanılmaz derecede kaba çizgili bir yanılgının akıl karışıklığından sıyrılamadılar.
"Devletçi" olmayı solculuk gereği sayıyorlardı. İnançlarına göre o kavram kapitalist yandaşlığının alternatifiydi. Ya devletten yanaydınız ya da emek sömürücülerinden.
Gerçek ise anaokul çocuklarının göreceği kadar açık:
Devlet emekçilerin elindeyse devletçilik solculuktur, sömürücülerin elindeyse sömürü yandaşlığıdır.
***
Bizde ekonomik gelişme doğal aşamalardan geçmediği için emekçi sınıfı oluşup örgütlenmedi. Ama kapitalist kesimde bürokrasiyle ortaklık kurmaya ihtiyaç duymayan, üçkâğıtçılık etmeden büyüyebilen bir kesim güçlendi. Yerleşik egemenlikler en çok onun dayatmasıyla çözülmekte.
Hele şu süreç sonuçlansın. Sonra sıra düzenin insancıllaşmasını hızlandırmaya gelecek.