Dövüşüp de yenişemeyen taraflar arasında kavga ne zaman biter?
Akıllar başa gelince mi?
Gelmez. Başa gelecek akıl olsa kavga başlamaz zaten.
Araya birileri girince mi?
Yararı yoktur. O birileri aradan çekilince taraflar yeniden kapışır.
Kaslarda derman kalmayınca mı?
Hayır. Yorgunluktan yumruk atamayan insanlar kafa atar, tırmalar, ısırır.
Yeneni yenileni olmayacağı anlaşılan dövüşler iki taraf da dalaştan usanmaya başlayınca sona erer.
***
Golsüz ama bol faullü süren maçlar bir de şike söylentilerine konu olursa izleyicileri sıkar büsbütün. Bizim
"light" ama müzmin iç savaşımız iki tarafta da insanları o biçim bunaltmaya başladı. Havadaki usanç kokusunun evlerden taşıp şike odağı odalara ve adalara ulaşmakta olduğu belli.
Şu kısa ateşkes uzatılıp sürekli kılınabilecek mi?
Kolay değil elbette. Kafa açılımı gerek.
İnsanlarımızın kendilerini değiştirmeleri yetmez. Karşılarındakilerin de değişebileceğine inanmaları şarttır.
***
Kafasal reformların en güç bölümü ise alışkanlıkları aşma çabasıdır. Sigarayı bırakmaktan zordur kemikleşmiş önyargılar ve yaklaşımlardan sıyrılmak.
Tanıdıklarım var, başkalarından söz ederken ağızlarından yalnız ve yalnız kınama, küçümseme, aşağılama çıkıyor. Dikkatle izliyorum. Onlara düşman olduklarından değil. Aralarında herhangi bir tatsızlık yaşanmamış. Öyle davranmalarına yol açacak çıkar çatışmaları ve başka nedenler de yok.
Öyleyse?
Sırf alışkanlık! Yerme tiryakiliği.
Eskiden o huyun etnik kökenli olumsuz tavırlarla çeşnilendirilmiş biçimi yoktu Türkiye'de. Uğraşıla uğraşıla getirildi.
Bereket versin, biz yüzyıllar boyunca toplumunda yaprak kımıldamadıktan sonra 10 yıllık bir fırtınayla iklimini yenileyebilmiş bir ülkeyiz. O berbat alışkanlığı da aşarız istersek.
***
Gazete kupürü biriktirme âdetim yoktur. (Keşke olsaydı! Yararlıdır.) Ama sövgü dolu okur mektuplarının en renklilerini saklardım eskiden.
Dün başka bir şey arayarak dolap diplerini karıştırırken öyle bir küfürnameye ilişik kupürler geçti elime. Birindeki fotoğrafta genç Çetin Altan küçük bir toplantı salonunda işçi kılıklı adamlar arasında görülüyor.
Kenarda el yazısıyla not:
"23/12/1966, sayı 16. TÜRK KANI". (Gazete miymiş, dergi mi, bilmiyorum.
Çetin'in Akşam, İlhan Selçuk'un Cumhuriyet, benim de Milliyet'te yazdığımız dönem.) Resimaltı şöyle:
"Moskof uşağı olmak istemeyenlere sesleniyoruz... Sosyal adalet terennümleriyle sizi aldatmaya çalışan sosyalist yazarların yazılarını okumak değil, isimlerini dahi işittiğinizde silkinin.
Çetin Altan, Refik Erduran, İlhan Selçuk adlı veletler bu memleketi ikiye bölmek için gayret sarfediyorlar. Onların karşısında sağlam bir imanla durmak istiyorsan, komünistleri her gördüğün yerde ez. Bu bir Atatürk emridir."
Güldüm ama, düşündüm de. Nereden nereye gelmişiz? Yarım ömür diyebileceğimiz bir sürede.
İyiye mi, kötüye mi gitmiş olduğumuz ayrı konu. Siz gidişin hızına bakın.
Aklımızı başımıza toplayıp zehirli koşullanmaları kafamızın içinden defedersek, aynı hızla akıl yoluna girersek, birkaç yılda ulaşacağımız yer hepimizi şaşırtır.
Kimse
"Değişemeyiz" demesin.