Kör eşek bile aynı çukura iki kere düşmezmiş. Biz ne eşeğiz, ne kör. (Yanılmıyorum, değil mi?) Öyleyse niçin bin kere düşmekteyiz aynı çukura? Gırtlaklaşan insanlarımız sonradan şaşkın şaşkın konuşuyorlar:
"Valla burada pek sıkıntımız yoktu. İş var, kazançlar iyi. Memleketin her yanından gelen vatandaşlar gül gibi geçinip gidiyordu bir arada."
"Öyleyse niye dövüştünüz?"
"Bilmem... Provokasyon..."
Tamam da, yıllardır dillerden düşmüyor bu provokasyon lafı. Onunla yatıp onunla kalkıyoruz. Artık insan şu meretin neyin nesi olduğunu beller de o gaza gelmez. "Kalkın, saldıran Kürtleri tepeleyelim" ya da "Haydin Kürt düşmanı Türkleri benzetelim" diye öne düşen melunlara "Git işine" deyiverir bir zahmet.
Neden olmuyor?
Genelde hava bozuk da ondan. Bozuk sözü yetersiz: fırtına var. Her yerde şakır şakır yağan yağmura şemsiyesiz yakalanmış adama niçin ıslandığı sorulur mu?
***
Aslında bozuk hava benzetmesi de yanlış. Onun denetimi insan elinde değildir. Toplum havasının ise kontrol düğmeleri var. Başkentte. İktidar, muhalefet, Genelkurmay ve başka güç odakları ileri gelenlerinin ellerinde.
Şiddetlenen fırtınayı durdurma yönünde eğilimler ağır bassa, ortak akıl yoluna girilerek dış kaynaklı kurcalamaların etkisi azaltılsa, ülkede çabucak güneş açar.
Bugünkü durumda çatışmaların çıkmasına değil, ara sıra insanca sonuçların alınabilmesine şaşmak gerek. Bakın, taş atan çocuklar konusunda yapılabilen ne iyi oldu: Yüzlerde biraz gülümseme gördük.
Saadet Partisi Genel Başkanı ile kendimi hemfikir bulacağımı rüyamda görsem inanmazdım. Ama Sayın Numan Kurtulmuş iyice aklı başında ve efendi bir zata benziyor. Makul bir niyeti var:
Referandumda evet, sonra hükümete muhalefet.
Demek ki getirilen şey ile getireni birbirinden ayırmak olası.
"Efendim, kendine göre hesapları olduğundan, ben getirene güvenmiyorum."
Bu mantık felç eder insanı. Öcalan'ı kapımıza getirenlerin kendilerine göre hesapları olduğu kesindi. Almasa mıydık?
***
Tabii, konu çift yönlü. Ülkenin iklimini toplumsal sağlık ve huzur yönünde değiştirmek için iki tarafın da pişpirik oynar gibi davranmayı bırakıp satranç akılcılığına yönelmesi şart.
İnsaflı ve gerçekçi olalım. Benim neslim yetişirken
"darbecilik" diye bir günah konuşulmazdı. Seçkinler halk dedikleri "okumamış" yığınları kendi yoluna giderse davulcuya ya da zurnacıya varacak kız gibi görür, iki dereceli seçim atamasıyla Meclis oluşturulmasını doğal sayar, son tahlilde somut gücün silahlı kuvvetlerde bulunmasını yadırgamazlardı.
Askerler de hep o havada yetişip koşullandı. Aydın geçinenlerin çoğunluğu onlara her kavşakta
"Düzeni korumak görevinizdir" dedi. Sonunda gerçek iktidarın ellerinden kaydığını fark etmek hepsine şok oldu. İçtenlikle felaket saydıkları bir durumu
"düzeltmek" için kimilerinin
"mutad" yollara başvurmayı düşünmeleri elbette yanlış, ama bilinçli ihanet ve taammüden melanet değil bence.
Demokrasiye alışmaları kesinlikle gerek, evet. Büyük oranda oldu da o. Yanlış denemelere girişenler yenildiler ve yenilgiyi sineye çektiler. Üstelik burunlarını sürtmeye çalışmak bir başka yanlış olur.
Ondokuzuncu Yüzyıl Teksas'ının bir poker masasında kurallara uymayan beli tabancalı kovboyu hizaya getirmişseniz, ayrıca onur kırıcı davranışlarla dersini vermeye kalkmazdınız. Şapkasını düşürüp ensesine şaplak atmak sonucu belirsiz bir gerginliğe götürürdü olayı.
Şimdi görevleri başındaki düzinelerce yüksek rütbeli subayımızın kaçak sayılıp tutuklanarak yıl sonuna kadar cezaevlerinde bekletilmesi olasılığı bana hiç makul gelmedi. Şık da değil. Birtakım sivillerin duruşma sürüyor diye yıllarca tutuklu bulundurulmasının hiç hoş olmadığı gibi.
Hoyratlıklardan kaçınılırsa, uygarca tutumdan yararlanacak kişilerden aynı yönde karşılık beklenebilir.
"Siz de halkın seçtiği insanlara yüz buruşturarak değil, gülümseyerek yaklaşmaya alışın artık" denir. Genel duygusal iklim öyle değişir.
Bunun alternatifi gitgide birbirimizin gözünü oymaya doğru giderek sonunda toplumu kör eşeğe benzetmektir.