Evet, Türkiye büyüyor. Ama bünyesindeki sosyal adal etsizlik de büyüyor. Bir şirket düşünün. Cirosu ve kazancı katlanırken emekçilerinin gelirindeki artış o oranın çok gerisinde kaldığı için kadrolarındaki huzursuzluk ve gerginlikler günden güne yoğunlaşmakta. Sağlıklı bir büyüme sürdürmesi zorlaşmaz mı? Günümüzde toplumumuzun bir numaralı sorunu budur. Ama biz skandal zenginiyiz. Temel dert ele alınacak yerde irili ufaklı çekişme konuları icat edilmekte.
Türban ve ıslak imza savaşları tavsadı mı? Gelsin kaset rezaleti. O bayatlıyorsa, gömlek sorunu tartışılır. O kavganın ömrü de kısa olacaksa, daha büyük hır konusu var: 340 bin dolarlık yat!
Madem meraklısı çok, ben bugün gerçek bir skandaldan söz edeyim.
***
Temel derdimizin üstesinden gelmek her şeyden önce sağlam bir kişilik ve onur bilincine sahip olmamızı gerektirir. Bereket versin o yandan da zenginiz. Yunus'un mirası gibi birikimlerimiz var.
Nâzım efsanesi de o hazinelerden biridir. Kavga adamı diye bilinir ama engin insan sevgisi, akıl almaz hoşgörüsü, ermiş sabrı ve harsımıza mecnunane tutkusuyla toplumumuz için en birleştirici kişilik örneğidir aynı zamanda. Karşıt uçlardaki kişilerin onun mısralarını tekrarlayıp durmaları da bunu göstermiyor mu?
Yaşadığı baş döndürücü ruhsal iniş çıkışların hikâyesi alabildiğine dramatiktir. Büyükbabası Mehmet Nâzım Paşa'nın Mevleviliğini sindirmişti. Emperyalist işgali altındaki İstanbul'da, o günün sefil Anadolu köylerinde, Lenin Rusya'sında gördükleri genç şairi keskin bir devrimciliğe itti. Yurda dönünce en verimli yıllarını cezaevlerinde geçirdi o uğurda. Yaşlanırken tekrar gittiği Rusya'da ise onu korkunç bir Stalin yapımı hayal kırıklığı bekliyordu. Ama havlu atmadı, kişiliğini korudu.
Taha Akyol Moskova ziyaretini anlattığı dünkü yazısında
"Çok isterdim Nâzım ömrünü adadığı sistemin çöktüğünü görseydi" diyor. Gördü Nâzım o haileyi. Yine de - Taha Bey'in Moskova Büyükelçimizin ve İlber Ortaylı'nın ağızlarından aktardığı gibi - kavgasını sürdürürken Azerbaycanlı ve Orta Asyalı Türk yazarlara kol kanat gerdi. Bana telefonda söylediği kulağımdadır:
"Ne olursa olsun, ümidini kaybetme."
***
Çektiği son diziyi beğendiğim bir televizyon yapımcısı geçenlerde Nâzım Hikmet'in Türkiye için anlamını açığa çıkaracak 26 bölümlük bir prodüksiyon planladığını söyledi, senaryo grubunun başında bulunmamı istedi.
O çapta bir projeyle ilgilenip ilgilenmeyecekleri birkaç kanala, o arada TRT'ye soruldu. Genel Müdür bir Nâzım belgeseli yapmış olduklarını bildirdi. Söz konusu yapımın belgesel değil dizi olduğu açıklanınca
"Şimdi Avrupa'dayım, dönünce konuşalım" dedi.
Önceki gece yayımlandı
"Merhaba Kâinat" adlı belgesel. Merak edip izledim tabii. Tam bir şok oldu. Sözcükleri dikkatle seçerek ve hiç abartmadan söylüyorum: ben ömrümde böylesine sığ, özensiz, anlamsız yapım görmedim. Felaket çekim düzeyi ve yanlışları bir yana, içeriği insanı isyan ettirecek kadar koftu.
Atatürk belgeseli yapıyorum diye ortaya çıkardığınız üründe
"Çocukken karga kovdu, asker oldu, cumhuriyet ilan edip başa geçti, rakı içti, yata bindi, sirozdan öldü" demekle yetinmek gibi bir şey. Halkın vergilerini heba ederken Nâzım'a feci saygısızlık. Merhaba Rezalet!
***
Olayın nelerden kaynaklandığını anlamak için İbrahim Şahin Bey'i aradım. Konuşmaktan ısrarla kaçındı.
Ne söylenirse söylensin, medya yorumcularının diledikleri zaman Cumhurbaşkanı ile, Başbakan'la, bakanlarla, en saygın sanatçılar ya da bilim insanlarıyla temas kurmalarını sağlayan bir düzen var ülkemizde. Ama berbat bir falsonun faili bürokrat öyle bir temasa tenezzül etmiyor.
Tevekkeli, dün Mustafa Balbay da Dışişleri Bakanımızın Ukrayna gezisini TRT'nin şöyle haberleştirdiğini yazdı:
"Davutoğlu Doğu Bloku'nun önemli ülkelerinden Ukrayna'ya önemli bir ziyarette bulunacak!"
TRT politika kadar genel bilgi ve kültür konularına da özen gösterilmesini istediğini duyduğum Bülent Arınç Bey'in yetki alanında.
Şu belgeselin kasetine bir bakmasını ve konumlarının hakkını vermeyen kişilere önemli bir ikazda bulunmasını istirham etsek..?