Ülkenin rotasını etkileyecek, hepimizin yaşantısında değişiklikler yaratacak olayların önemini fark etmeden seyrine bakmaktayız.
Hayır, aklınıza gelen konudan söz etmiyorum. Onun kişisel yaşantınızı değiştireceği yok.
Ama düşünün:
Isınmak için her ay acayip paralar ödüyor musunuz?
Elektrik kısıntılarının geri gelme olasılığı sizi korkutur mu?
Çocuğunuz varsa, Türkiye'deki yetersiz eğitim sürecinin sonunda ona derin ve ucuz bir yurt dışı olanağı da sağlamak ister misiniz?
İş alanında iseniz, yakın ve geniş bir pazarla ilgilenir misiniz?
Turizmin ekonomimiz için altın yumurta olduğunu biliyorsanız, katlanması fırsatının kişi başına gelirimizi ne kadar artıracağını hesapladınız mı?
Sanattan tad alma yatkınlığını edinebilmişseniz, dünyanın en zengin kültürlerinden biriyle kucaklaşmamızın yaşantınıza katacağı yeni renkler heyecanlandırır mı sizi?
Spora meraklıysanız, burnumuzun dibinde düzenlenecek dünya çapındaki yarışmaları izlemek için düşük fiyatlı turlara katılır mısınız?
Anladınız tabii. Medvedev'in üç uçak dolusu ilgili ve yetkiliyle ülkemize gelip 17 anlaşmayı gerçekleştirmesinin hepimize nasıl somut kazançlar sağlayacağını belirtmeye çalışıyorum.
***
Aslında çelişik duygularım var Rusya konusunda. Elbette Tolstoy'un, Çehov'un, Şostakoviç'in tiryakisiyim. Oraya çok gittim; tiyatro, opera, bale temsillerini imrenerek izledim, konserlerini hayranlıkla dinledim. (Yakınlaşmamızın kültürel boyutunun silik kaldığını, ilgili bakanlığın o konuda uyuduğunu vurgulayayım bir kere daha. Çok konuda olduğu gibi!) En önemlisi, Rusları yakından tanıdım. Hüzün dolu ama -iklimlerinin tersine- sıcak kanlı insanlar olduklarını yazarlarının ürünlerinden bilirdim de, yaşayarak görmek ulusal karakterlerine sevgimi artırdı.
Ayrıca, Rusya gençlik heyecanlarımı alevlendirmiş olan ülke. Çalışma odamdaki televizyon ekranının yanında Lenin büstü var hâlâ. Nâzım'ın mezarı Moskova'da.
Gelgelelim, orası Stalin'in de ülkesi. Lenin'e en büyük ihanet orada tezgâhlandı. Gerçek ülküdaşları orada dışlandı, ezildi, öldürüldü. Tarihsel denemesi orada çıkmaza sokuldu. Nâzım en acılı yıllarını Bursa'da değil, Moskova'da yaşadı.
Sonuçta oluşan tablonun da çelişik yanları var günümüzde. Rusya yer yer güçleniyor, ağır basıyor, sorun çözüyor. (Amerika Irak'ta, Afganistan'da, Pakistan'da bocalarken o Gürcistan'ı şıp diye hizaya getirdi. Somali korsanları biz dahil yedi düvele fidye ödetirken Rus gemisi kaçırmaya kalkınca belalarını buldular.)
Öte yanda aynı ülke alkolizm derdini yenemiyor, nüfus azalmasını önleyemiyor, özgürlükleri sağlama bağlayamıyor.
Ama konunun o tarafı bizi doğrudan ilgilendirmez. Kendi açımızdan önemli olan, Batı'nın oyunları ve baskıları karşısında seçenek geliştirebilmek. Son yakınlaşma o nedenle gerçekten sevindirici.
***
Bir süredir basınımızda en çok rastlanan sözcüklerden biri
"istemezükçüler". Polemik için üretilmiş bir laf değil; var öyle bir otomatik karşı çıkış bağımlıları kesimi. Geliştirilecek, dikilecek, yapılacak her şeye incelemeden hayır deme tutkunları.
Davranışlarının sonucunun simgesi Taksim'deki bina leşi.
Şimdi Medvedev'le imzalanan anlaşmaların bir ucuna taş koymak istemesinler, olur mu? Buyurun Çernobil kazasını hatırlatan Sinop Çevre Platformu sözcüsünün incilerine:
"Dünyadan özür dilemek yerine kendi sınırlarının dışında nükleer santral kurma sevdasına kapılmışlar. Rusya gibi nükleer sabıkalı bir ülke ile bırakın anlaşmayı, görüşme yapılmasını Karadeniz insanı içine sindiremez. Rüzgâr olur eseriz, sel olur akarız."
Daha önce de yazmıştım burada. Çernobil'de santral koruyucu kılıf içine alınmamıştı. Artık o teknoloji kullanılmıyor. Temiz ve ucuz nükleer enerjiden yararlanan ülkelerde kaza maza olduğu da yok.
Çoktan tarihe karışan Çernobil olayı yüzünden günümüzde nükleer enerjiye karşı çıkmak,
"Titanik battı, insanlar gemiye binmesin" demek gibi bir laf.
Rüzgâr ve sel olmayı bırakın, sayın sözcü. Siz duvar olun, duvar!