İnsan kendine çok çektirmiş, başını derde sokmuş bir eski uğraşı özler mi? Sivri akıllıysa, oluyor. Bir zamanlar yayıncılığa soyunduğumu söylemiştim ya. Özledim o netameli işi.
Bir üniversite bünyesinde kurulan yayınevinde yönetmenlikle karışık danışmanlık üstlendim. Ahir ömrümde zaman yoksulluğumu artırmak için...
İlk çıkardığımız kitaplardan birinin başlığı "Kendinizi Tanıyın". Başlangıç sayfasında da Çinli filozof Lao-Tzu'nun sözü var:
"Başkalarını tanıyan bilgi edinir. Kendini tanıyan akıllanır."
***
Siz kendinizi tanıyor musunuz?
İlk bakışta saçma soru. İnsanlar birbirini nasıl tanır? Birlikte olarak. E siz kendinizle birliktesiniz hep. Kişi yanından hiç ayrılmadığı insanı tanımaz olur mu?
Şunu düşünün. Diyelim sabah akşam yan yanasınız biriyle. Ama hep numara yapıyor. Hiç olduğu gibi görünmüyor size. Onu gerçekten tanımış sayılır mısınız?
Bilerek değil ama, düşünmeden kendimize numara yaparız çoğumuz. Olduğumuz gibi değil de, olmak istediğimiz gibi görünürüz bilinçaltımızın gözüne. Öyle yapmasak kendimizle geçinemeyiz.
Temel gerçeğimizin kafamızda su üstüne çıkıp gözümüze sokulduğu zamanlar da olur. Ruhsal depremler yaşanır öyle durumlarda; bunalımlar baş gösterir. Psikoterapi gerçek kimliğimizi bilincimize depremsiz tanıtıp kendimizle barışmamızı sağlama işlemidir.
Normal koşullarda
"karakter röntgeni çekmek", örneğin bir insanı işe alırken göreve uygunluğunu belirlemek için kullanılan yöntemlerden kendi kişiliğinizi incelemek için de yararlanabiliyorsunuz.
O tür psikolojik araştırma araçlarının en denenmişlerinden olan Myers-Briggs sisteminde sorular soruluyor, dürüstçe verilmesi şart koşulan yanıtlara göre tip belirleniyor. Sonra da söz konusu kişinin kendisiyle ve başkalarıyla uyum sağlamak için davranışlarında yapması gereken değişiklikler öneriliyor.
Ben kendimi geçirdim o testlerden. Acı söyleyen, ama sinirlenme atlatıldıktan sonra
"Haklı" dedirten bir dosttan öğüt almış gibi oldum.
***
Serde oyun yazarlığı da var ya... Başkaları gibi düşünme ve hissetme çabasına dayalı bir uğraştır. O profesyonel empati hünerime güvenerek bir oyun oynadım:
Tanıdığım ya da izlediğim, sağ ya da ölmüş birçok insanın yerine koydum kendimi. Myers-Briggs sorularını ödünç kişiliklerle yanıtlamaya çalıştım.
Sanal nüfus cüzdanlarını yarım saatliğine yürüttüklerim arasında siyasal liderlerden ünlü sanatçılara, Nicolas Sarkozy'den Abdullah Öcalan'a kadar birbirine hiç benzemeyen kişiler vardı. Tipler de çok farklı çıktı tabii. Ama öğütler bir yerde kesişti:
Hayatın ancak başkalarıyla uyum içinde yaşanırsa anlamlı olabileceğinin hatırdan çıkarılmaması. Bir bakıma, insan ömrünün kısalığının ve yalnız kalındığında boşluğunun unutulmaması.
Eski Romalıların
"Sic transit gloria mundi" (
"Dünya şanı böyle geçip gider") sözüyle vurguladıkları gerçek.
Osmanlı'da hükümdara halktan kişilerin
"Padişahım mağrur olma, senden büyük Allah var" seslenişiyle verebildikleri akıl.
***
Sözünü ettiğim kitabın yazarı Renee Baron önsözde anaları babaları çocuklarını önyargılara göre biçimlendirmeye kalkmamaları konusunda uyarıyor. Terapi çalışmaları sırasında çok tanık olmuş:
"Senin iyiliğin için" diyerek her şeyi kendi gönüllerince düzenlemek isteyen ebeveyn yüzünden çocuklar müthiş zarar görüyormuş.
Yanlışları yalnız bireyler değil, toplum kesimleri de yapabiliyor. Bizde
"aydınlar" ortamın kendi önerileri doğrultusunda biçimlenmesini önerdiler hep. Vardığımız nokta, hoşa gitmeyecek bir sorunun artık gündeme getirilmesini kaçınılmaz kılıyor:
Önerilerin hepsi doğru muydu? Toplumumuzun tipinin ve karakterinin hesaba katılarak ayıklanması gerekenler yok mu aralarında?
Depremsiz yaşamak için ilk şart herkesin aynaya dosdoğru bakabilmesi.
Görüntüyü çarpıtan yanlış numaralı gözlükler takmadan...