Şu kaçınılmaz acılarla, doğa azizliği felaketlerle dolu ölümlü dünyayı kısacık ömrümüz boyunca birbirimize büsbütün zehretmek için yarattığımız karanlıklardan bunalmıyor musunuz?
Benim canıma tak dediği oluyor sık sık. "Biraz keyif yahu, biraz neşe, biraz kahkaha!" diye pencereden bağırasım geliyor.
Yakarışımı duymuş gibi geçen akşam felek öyle bir nimet bahşetti. Kültür Koleji'nin 50. Yılı kutlamasına katıldım. İkram diye ne vardı, biliyor musunuz? Şampanya mampanya değil. Fazıl Say konseri!
Piyano sihirbazı delikanlımız yanına kendi gibi bir keman büyücüsünü, Moldovalı Patricia Kopatchinskaja'yı almış, müzikle oynuyordu.
Evet, oynuyor, şakalaşıyordu. Ama laubalilik ederek, alaya alarak değil, saygıyla. Onun nasıl bir neşe ve mutluluk kaynağı olabildiğini vurgulayarak...
Zeynep Oral "Muhteşemdi, çılgıncaydı, baştan çıkarıcıydı" dediği o sanat keyfini şöyle anlattı yazısında: "İki afacan çocuk, iki 'şeytan', iki 'melek' vardı karşımda. Yorumlarında bunca savrulup uçabilen, bunca bağımsız, bunca 'gözü kara', ama sonsuz bir disiplini içeren, özgünlükle sadakati bütünleyen bir şölen."
***
Son zamanlarda gitgide daha sık duyulan
"ezber bozmak" sözümüz toplumumuzda yazık ki sık rastlanmayan bir bağımsızlık türünü dile getiriyor:
Doğru diye bellenmiş, kabullenilmiş, alışılmış olanın dışına çıkarak kalıp kırabilme cüreti.
Müzikte ezber bozulur mu? Fazıl Say'ın yaptığı o işte. Başka alanlarda da aynı cesareti gösterebilenlerimiz var. Tek tük.
Aslında konser nimetini bahşeden felek değil. Kültür Koleji'nin ve birçok eğitim kurumunun kurucusu Fahamettin Akıngüç.
O bilinç ocaklarını kurar ve yürütürken çok çelmelenmiş, çok ihanete uğramış. Serüvenini anlatan nehir söyleşi kitabını olurken sabrına şaşakalmıştım. Çünkü darbelerin çoğu
"düşmanlardan" değil, dost bilip desteklediği kişi ve kurumlardan gelmiş. Ama hiç buruklaşmamış Fahamettin Bey. Ülkemizin modasına uyarak kan davasına dönüştürmemiş hiçbir anlaşmazlığı.
Bu da bir çeşit ezber bozma.
***
Balyoz yalnız darbeci olduğu iddia edilenlerin silahı sayılmaz. Birbirine deve kiniyle hasım kesilen bütün kavgacılarımızın ellerinde vurucu kırıcı bir şeyler var. Onları arkalarında saklıyor da, ancak
"durum uygun olunca" çıkarıyorlar ortaya.
Bakın, silahlı kuvvetlerin demokrasi çizgilerine boş verdiği dönemlerde askeri yere göğe koyamayan kimi fırıldaklar şimdi ona hakaret yağdırıyorlar. Meydanı büsbütün boş bulsalar sınır koruyamaz duruma getirecekler Türk ordusunu.
Fahamettin Akıngüç vaktiyle okul yaptırmak için bir arsa edinmiş, gerekli izinleri alıp inşaata başlamış. Bitişik arazideki tank taburundan askerler gelip yasak deyince, ilgili generalle görüşmesi gerekmiş. Olanı anlatıyor söyleşi kitabında:
"Sınıf arkadaşım Avukat Cenani Güngördü'yü aldım, kalktık 1. Ordu'ya gittik ve paşanın huzuruna çıktık. Makamında oturuyordu; karşısında da ayakta birtakım subaylar duruyordu. Durumu anlattık. 'Ne yani, siz şimdi bizim askerlerin burnunun dibinde okul mu yapıyorsunuz? Orada okul olur mu yahu!' dedi. Cenani 'Bu bizim yasal hakkımız' deyince paşa kızdı ve 'Okul yap da gör bakalım, bizim o askerler sizin çocuklara ne yapıyorlar' dedi. Aynen böyle söyledi. İkimizin de tüyleri diken diken oldu tabii. Bunu söyledikten sonra da güldü. Beraberindeki subaylar da güldüler. Üzgün üzgün ayrıldık oradan."
Ama üzüntü de, ayıplama da, kırgınlık da orada kalmış. Fahamettin Bey, eşi Gül Hanım ve üç kızları dostum oldukları için her şeyi açık konuştuğumuzdan, çok iyi biliyorum: her alanda ak da, kara da olduğunun bilinciyle, askere yalnız saygı ve sevgi duyuyorlar. Kırgınlığın zerresi yok içlerinde.
Bir ezber bozumu daha.
Darısı da toplum genelinin başına!