Van'da beton yığınları arasında 'Anne, anne' diyerek çırpınan bir çocuğun feryadı yüreğimi dağladı.
Daha birkaç gün önce Hakkari'de 26 askerimiz şehit olmuştu.
İçimiz yanmıştı zaten, üstüne bir de bu acı eklendi.
***
Moloz yığınları arasında yakınlarını arayan insanların çığlıkları beni epey eskiye götürdü.
Mesela on binlerce insanımızı kaybettiğimiz 1999'daki Marmara depremine…
Sonra da Trabzon'nun Köprübaşı ilçesine bağlı Beşköy beldesindeki felaketi hatırladım...
Sene 1998'di...
Ardından yine Rize'de çok can alan büyük sel düştü aklıma…
O felaketleri çamur deryası içinde çektiğim fotoğraflarla dünyaya anlatmıştım. Çoluk çocuk çok sayıda insan o çamurlarda can vermişti.
Çayeli'ndeki selde sadece 5 dakikayla ölümden kurtulmuştum.
Yıldırım gibi gelen çamur selinin önünden nasıl kaçtığımı hâlâ bilmem.
***
1999 depreminde Adapazarı'nda yıkılan 10 katlı binanın enkazında tüm ailesini kaybeden Fatma ablanın, memleketi Tirebolu'da baba evine giderken 500 metre yükseklikteki ilkel teleferikten düşüp can verdiğine de şahit olmuştum.
Karadeniz zor bir coğrafya, yaşam koşulları da öyle...
***
Sene 1998… Aylardan Ağustos… Günlerden Cuma…
Puslu bir hava çökmüştü Beşköy'ün üzerine.
Kurt puslu havayı sever derler?
Öyle de oldu.
Beşköy su, taş ve çamura bulandı birden.
Önce kuvvetli bir yağmur başladı.
Yağmura alışık Karadenizlileri bile şaşırtacak kadar şiddetli yağıyordu.
'Gök yarıldı' cinsinden yani.
O gün Beşköy'ün pazarıydı.
İnsanlar dere kenarına kurulmuş tezgahlardan alışverişlerini yapmış, Cuma namazını da kılıp evlerine gitmeye hazırlanıyordu.
Büyük bir gürültü koptu.
Beldenin sırtını dayadığı dağın yamacında bir hareketlenmenin gürültüsüydü bu.
Çığ gibi çoğalan tonlarca kaya ve toprak kütlesi Beşköy'ün üzerine doğru hızla geliyordu.
Kaçmak isteyenler başaramıyor, avazı çıktığı kadar bağıranlar da kimseye sesini duyuramıyordu.
Beşköy Deresi giderek kabarıyordu.
Önüne kattığı her şeyi yutmaya başlamıştı. Ağaçlar, büyük kayalar, yıkılan evler...
Yamaçtan büyük bir gürültüyle kopan kayalar ve toprak kütlesi Beşköy'ü yerle bir etti.
Çığlıklar, yağan yağmura ve gök gürültüsünün şiddetine karışmıştı.
Çamurlu su, kaçmaya çalışan yaşlı-genç herkesin nefesini kesmişti.
Evler kartondan yapılmış gibi oradan oraya savrulmuştu.
Kaçabilenler, güvenli diye karşı yamaçtaki camiye sığınmıştı.
Ancak hızını alamayan sel suları camiyi içindekilerle birlikte almış Karadeniz'e doğru sürüklemişti.
Geride enkaz altından yükselen birkaç inleme sesi ve vadide yankılanan çığlıklar kalmıştı.
Her şey iki saat içinde olup bitmişti.
Adnan Kahveci'nin memleketi Köprübaşı'na bağlı Beşköy beldesi işte bu felaketle haritadan silinmişti.
75 ev ve işyerinden geriye sadece 6 ev kalmıştı. 47 kişinin hayatını kaybettiği heyelanda 27 candan hâlâ haber yok.
***
Karadeniz'de birkaç yılda bir yaşanır bu manzara…
Sebebi de ormanların giderek yok edilmesidir.
Deprem kuşağındaki kentlerde yaşanan can kaybının nedeni ise hırsız müteahhitlerin kumdan, betondan ve demirden çalmasıdır.
Marmara depreminden sonra Van örneği ortada.
Ölenler geri gelmez elbet.
Ama hiç olmazsa bundan sonrası için işi sıkı tutalım.
***
Kızılay Genel Başkanı Ahmet Lütfi Akar'la konuştum.
Çok dertliydi.
"Yapılan açıklamalar moralimizi bozdu" dedi.
TIR'ların yağmalanmasından da şikayetçiydi.
Anlatacakları vardı.
Dinledim.
Sizinle de paylaşacağım.