Mesela sürekli elin telefonda, gözün e-postanın gelen kutusunda, iş stresi gırtlağında ikamet ederken denize girip, güneşlendiğin sahil kasabasındaki şey değildir.
"Acaba bu gece ne hesap gelecek" endişesinin kol gezdiği durum da tatile girmez.
Restoranda yer bulamamak, gece kulübünde en iyi masayı kovalamak, ne giyeceğim diye kara kara dolabın önünde düşünmek, kendi isteğini bir kere daha boşverip yanındakilere göre günlerini geçirmek de tatilin kıyısına gelmez.
Akşama ne pişireceğini düşündüğün, hizmet etmekten yorulduğun bir dünya da tatil dünyasına ait değildir.
Çoğumuzun tatil diye yaşadığı esasen gerginlik midir?
Bir yetişme-yetişememe halinden ibaret midir?
Üzerimizdeki şort, bronzlaşmış tenimiz, parmak arası terliklerimiz şehrin tüm yükünden uzaklarda, kendimizle ve paşa keyfimizle başbaşa olduğumuzu, tatilde olduğumuzu ispatlamaya yeterli değildir.
Çoğu zaman tatilden sonra bir daha tatile ihtiyaç duymamızın sebebi de budur.
Bence tatil; telefonsuzluk, endişesizlik, rütbesizlik, kıyafetsizlik ve yalınlıktır. Yalınayak kalıp korkmamaktır.
Kendini salmaktır.
Bırakmaktır.