Türkiye ne zaman yerel yönetimlerin güçlendirilmesini tartışsa klasik öcü hemen devreye giriyor: "Özerklik veya federasyon gelecek ülke bölünecek."
Şimdi yine aynı sesler yükselmeye başladı. Nedeni de Meclis'in gündemine gelen "Büyükşehir Yasası."
Bu yasayla 16 olan büyükşehir belediye sayısı 29'a çıkarılıyor ve il sınırları da belediye sınırları oluyor.
Peki, neden bu yönteme başvuruluyor? Çünkü ortada İstanbul ve Kocaeli gibi başarılı olmuş iki örnek var.
Ne yazık ki çok sayıda şehir veya belde belediyesinin olması "yerel demokrasi"yi güçlendirmediği gibi şehirleri de yaşanamaz kıldı.
Onların rant sevdasının bugünkü o ucube kentlerin yaratılmasında büyük rolü var.
Çoğu kafasına göre imar izni verip, günü kurtardı. 11 belediyeli Bodrum'a bir bakın...
Bir de "köylere" gözyaşı dökenler var. Yasaya karşı çıkanlar il sınırları belediye sınırları olan İstanbul ve Kocaeli'nde köy kalmadığını ileri sürüp şöyle diyor:
"Konya veya Antalya gibi yüzölçümü büyük illerde köylere hizmet nasıl gidecek?"
Sanki yıllardır Ankara'daki merkezi sistem "Orda, uzakta olan köylere" çok hizmet götürmüş gibi...
Keşke dertleri köylere hizmet olsa... Asıl dertleri o listede yer alan iki il; Van ve Mardin... Bunu da açık açık söylüyorlar. Bu iki şehir "Büyükşehir" olursa "bölücülerin" eline geçer.
İş ve siyaset üretmeyenler, demokrasiyi ertelemek için öcü üretiyor.
Bu yaklaşım bana, İstanbul'u sarsan 1999 depreminden sonra ünlü bir deprem uzmanının, daha önce de yazdığım şu sözünü hatırlattı:
"İstanbul'a özel bir yasa çıkarmak için çok uğraştık. Ama Ankara bürokrasisi her defasında Diyarbakır da ister diye karşı çıktı."
Şimdi aynı şeyi bürokrasi değil ama "bürokratik zihniyet"li siyaset yapıyor. 2011 seçimleri öncesi CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Türkiye'nin 1992'de Avrupa Konseyi Özerklik Şartı'na koyduğu çekinceleri kaldıracağını söylerken, bugün CHP Parti Meclisi üyesi Birgül Ayman Güler, şunları diyebiliyor:
"Bu bir iradi federalizm yasası. Bölgesel yönetim bizim anayasamızda yok. 29 ilin kırsal alanlarını ranta açıyor. Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki topraklar diye statümüz var. Bu statü kaldırılıyor ve belediyeye bağlanıyor."
Bu yaklaşıma Başbakan Erdoğan da haklı olarak şu cevabı veriyor:
"Maalesef öyle bir muhalefetle karşı karşıyayız ki; 'Büyükşehir nedir?' diye sorun, inanın anlatamazlar, tanımlayamazlar. Çünkü bunların dünyasında, büyükşehir tanımı diye bir şey yok. İdeolojinin deli gömleği bir kenara konsa, bunlar aslında bir dönemden fazla belediyecilik yapamazlar."
Belki yeni yasanın hazırlanma süreci katılımcı demokrasinin gerekleri açısından eleştirilebilir ancak şu gerçeği herkesin görmesi gerekiyor. Türkiye, yıllardır özgürlük ve zenginlik üretmeyen güçlü merkezi yönetimden ve şehirleri ucubeye çeviren "dar" belediyecilik anlayışından artık kurtulmalı. Yeni yasa şehirlerin güçlü bir mali yapıya kavuşmasını ve tek elden imar planları yapmasını sağlıyor. Bu ileri bir adımdır.
Yasada, yerel demokrasiyi güçlendirecek bir adım da il genel meclislerinin kaldırılmasıdır.
Bu da üniter yapıyla çelişmez. Belki Fransa örneğinde olduğu gibi Adem-i Merkeziyetçi bir yapıya geçişin ilk adımı sayılır, o kadar.
Buna karşı çıkanların, bundan daha ileri uygulamaları öngören Avrupa Konseyi Özerklik Şartı'na konulan çekinceleri kaldırma sözü vermeleri inandırıcı olmadığı gibi anlaşılır da değil.
Barış içinde huzurlu bir Kurban Bayramı diliyorum.