Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) ve "Ru'ye Türkiyye" dergisinin Tunus'ta düzenlediği "Ortadoğu'da Yeni Toplumsal Sözleşme Arayışı" sempozyumunun merakla beklenen konuğu Nahda Partisi Lideri Raşid Gannuşi"ydi.
Arap Baharı'nın bu en etkili siyasi aktörünü, geleceğini bildiğim halde karşımda bir panelist olarak görünce şaşırmadım desem yalan olur.
Partisi iktidardaydı ama kendisi başbakan değildi. Salona gelişi de başbakan gibi olmadı.
Sessiz ve sakin biçimde geldi, kendisine ayrılan yere oturdu.
Moderatörün süre uyarısına bile harfiyen uydu.
Sempozyumun o bölümünde "Tunus ve Türkiye'de İslam, laiklik ve din -devlet ilişkileri" ele alındı. İki ülkenin 1800'lerin ortalarında başlayan ortak anayasa arayışları satır başlarıyla anlatıldı.
Buldukları ortak çözümleri de...
O ortak çözümlerden biri de "laiklik" uygulamasıydı. İşin uzmanları Tunus'ta hem Burgiba hem de Bin Ali dönemlerindeki laiklik uygulamalarını anlatınca yanımda oturan Türkiyeli bir İslamcı şöyle diyordu:
"Demek Türkiye'dekinden daha beteri varmış..."
Belki de bu yüzden, Tunuslu aydın ve siyasetçilerin siyaset dili daha yumuşaktı. Sık sık "özgürlüğe" vurgu yapmaları da o tecrübeyle ilişkiliydi.
Gannuşi'den beklenen de bu yumuşak siyaset diliyle "Din- devlet ve laiklik" konusunda nasıl bir ortak çözüm üreteceğiydi. Bir önceki oturumda Gannuşi'nin söyleyeceklerinin ipuçlarını Başbakan Hammadi Cibali vermişti:
"Din- devlet ilişkisi açısından sihirli sözcük özgürlüktür."
Gannuşi de kendisine ayrılan sürede Hazreti Peygamber'in uygulamalarından, Emevi devletine, o tarihte ayrışmaya başlayan din, siyaset ilişkilerinden günümüze kısa bir tarihi özetten sonra şu çarpıcı tespiti yapıyordu:
"Asıl önemli olan özgürlüktür. İslam bir fıtrat dinidir. Bu yüzden İslami hareket Tunus'ta şeriata dayalı bir anayasa değil, özgürlük istemiştir. Çünkü ülkede tam bir özgürlük ortamı sağlandığı takdirde herkes İslam'ı seçecektir."
Tunus'ta ses bantları savaşı
"Ya seçmezse" sorusuna ise şu cevabı veriyordu: "Bir devlet demokrat mı değil mi? Önemli olan terimler değil, toplumun özgür olmasıdır. İslam, devlete verilmiş bir emanet değil, ümmete verilmiştir. Toplumlar da zaman içinde özgürlüğün farkına vardı."
Gannuşi'nin konuşması dışarıdan izleyenleri etkiliyordu ancak kendi ülkesinde durum pek de parlak değildi. Çünkü bir yanda alttan gelen İslamcı dalga sıkıştırıyor diğer yanda eski sistem direniyordu. Bir süre önce bizdeki gibi burada da bir ses bandı skandalı yaşandı ve Gannuşi zor durumda kaldı.
Bunun nedeni de Gannuşi'nin Selefilerle "Biraz sabırlı olun devleti ele geçireceğiz" minvalinde bir konuşma yapması.
Sempozyumda Tunus- Türkiye arasındaki birçok ortak nokta dile getirildi ama farklılıklar da vardı.
İki ülke, iki fark
Örneğin Tunus'ta ciddi bir otoriter yapı olmasına rağmen askeri vesayet sistemi yoktu. Bunu da Atatürk'ten etkilendiği halde askeri siyasetten uzak tutan Burgiba'ya borçluydular. Böyle olduğu için de 14 Ocak devriminde ordu, Cumhurbaşkanı Bin Ali'ye değil halka destek vermişti.
İkinci farklı nokta ise yönetim yapısıyla ilgiliydi. Türkiye 1950'den sonra parlamenter sisteme geçerken Tunus iki yıl önceye kadar bütün yetkileri elinde bulunduran güçlü cumhurbaşkanıyla yönetiliyordu. Türkiye daha iyi bir yönetimi başkanlık sisteminde ararken Tunus parlamenter sisteme dönmek istiyordu.
İnsan hakları, özgürlükler, sivil siyasi mücadele ve sandık ise yeni ortak noktalardı.
Kısaca farklılıkların giderek azaldığı, ortak noktaların çoğaldığı bir dünyaya doğru gidiyoruz.