İki gündür Neşe Düzel'in, Taraf gazetesinde Dinç Bilgin'le yaptığı söyleşiyi okuyorum. Daha doğrusu siyaset kulislerinde nereye gitsem o söyleşi konuşuluyor. Medyadaki bir iki kişi dışında kimseden olumsuz bir yaklaşım da duymadım.
Dinç Bilgin ve oğlu Önay Bilgin'i uzun yıllardır tanıyorum. Dinç Bey, iyi bir insan ve iyi bir patrondu. Ama ben onun daha çok gazeteciliğine hayrandım. Çok az bir süre, o da en zor dönemde, Sabah'ın Yazıişleri toplantısına katıldığında onu izleyebildim. Kendini yenileyen, dünyadaki gelişmeleri sıcağı sıcağına izleyen ve her yaşta öğrenmek için çaba harcayan bir gazete sahibiydi. Son söyleşisi bu özelliğini yansıttığı için inanılmaz derslerle dolu. Her satırında bir gazetecilik dersi var.
Uzun yıllar yazıişleri veya televizyonlardaki yayın toplantılarına katılan biri olarak hep aynı sıkıntıyı yaşadım. Toplumun en aydın kesimi olduğunu sanan gazeteciler bu ülkenin en temel sorunlarını bilmiyordu.
Konuyu Dinç Bilgin çok net ve çarpıcı biçimde dile getirdi:
"Çok samimi söyleyeceğim. Yeni Asır'ın sahibiydim. Bir arkadaşımla yürüyoruz. Büyük Efes Oteli'nin önünde ayakkabısını boyattı ve çocukla Kürtçe konuştu. Gazete sahibiyim ve hayatımda ilk defa Kürtçeyi o zaman orada duydum. Mesela İstanbul'a gelinceye kadar Alevi'nin kim olduğunu bilmiyordum. Bunu bilmeyen bir adam, toplumu yönlendirecek gazetelerin sahibi... Ermeni meselesini de bilmiyorduk. Hâlâ kızıyoruz. Ermeniler kendi kendilerini öldürmüş sanıyoruz. Bugün, bu farkındalıklarımla farklı bir gazete çıkarırım." Ağzınıza sağlık Dinç Bey!