Brüksel'de Avrupa Parlamentosu'ndaki sol grubun desteğiyle düzenlenen iki günlük "Kürt Konferansı" bitti.
Konferans öncesi davet metninde "Politik diyalog-Barışı kurmak" alt başlığını görünce bu kez 6'ncısı düzenlenen bu toplantıdan yeni bir siyaset çağrısı çıkabilir diye düşünmüştüm.
Ancak konferans başladığında ortaya çıktı ki, "diyalog" kurulacak kesimlerden kimseler yok.
Türkiye'den de, AB ülkelerinden de bilinen isimler ve kesimler vardı.
Biraz bilinenin ötesine geçmedi ama yine de altı çizilmesi gereken ve satır aralarında yeni mesajlar içeren konuşmalar önemliydi.
Bu açıdan, dün de yazdım, ilk kez Avrupa Parlamento Komisyonu sözcüsü ve Türkiye Masası Başkanı Jean Christophe Filori'nin katılması önemliydi.
Bu, AB'nin Türkiye'ye ve Kürt meselesine önem verdiğini ve açılım sürecini desteklediğini gösteriyordu.
Ayrıca Avrupa Sol'unun Türkiye'de yaşanan her sorunla, tekel işçilerinin eyleminden Kürt meselesine kadar her konuyla ilgili oldukları gerçeğini de belirtmekte yarar var.
Bir başka dikkat çekici nokta, Kürtler adına konuşan iki kadın siyasi aktörün siyaset dili farkıydı.
Leyla Zana ve Emine Ayna'nın konuşmalarını dikkatle izledim...
Sık sık "Yeni siyaset dili bulmalıyız" diyen Ayna'nın siyaset dili hem eski hem de sertti.
Alkış aldı ama sonuç alıcı değildi.
Leyla Zana ise hem kelimelerini özenle seçerek demokratik süreci ve DTP'ye yönelik operasyonları eleştirdi, hem de kimseyi dışlamayan bir çağrıda bulundu:
"Barışı inşa etmeye çalışırken sürece bakış açısının şeffaflaştırılması gerekiyor. Bugüne kadar aklımızdan geçirdiğimiz sorunları samimi ve açık bir şekilde tartışmalıyız..."
Bu yıl 6'ncısı düzenlenen Kürt konferansını izlerken Türkiye'ye dönemeyen çok sayıda Kürt siyasetçisi ve aydınıyla konuştum.
DEP'in 90'larda kapatılmasıyla yurtdışına çıkan o dönemin iki Kürt milletvekili Zübeyir Aydar ve Remzi Kartal'la kısa da olsa sohbet ettik. Ortak düşünceleri son dönemde yoğunlaşan KCK operasyonlarının DTP çizgisini "tavsiye" etmeye yönelik olduğu ve "demokratik açılım" sürecinin yeni bir yaklaşımla ele alınmazsa sonuç getirmeyeceği biçimindeydi.
Diaspora Kürtleri
Bu iki eski milletvekiliyle konuşurken ister istemez "Diaspora Kürtleri"nin oralarda neler yaşadıklarını ve Türkiye'ye dönmek isteyip istemediklerini sordum.
Zübeyir Aydar şöyle diyordu:
"15 yıldır Türkiye'den uzaktayız. Memleketimizi özledik tabii..."
Aslında konu siyasi tartışmalardan biraz uzaklaşınca ortaya çok hüzünlü bir tablo çıkıyor.
Binlerce insan yıllardır yakınlarına uzak, doğdukları topraklara hasret yaşıyor. Onlardan biri de 80'li yıllarda Sosyolog İsmail Beşikçi'nin avukatlığını yaparken tanıdığım Serhat Bucak'tı...
90'lı yıllarda yurtdışına çıkmak zorunda kalan Bucak, on binlerce sürgün Kürdün özlemini şöyle dile getiriyordu:
"Hepimiz dönmek istiyoruz. Hele bu yaşlarda buralarda yaşamak hiç kolay değil. Bazen şöyle düşünüyorum, keşke o yıllarda cezaevine girip yatsaydım. Eğer şu sıralarda demokratik açılımla yeni bir gelişme olursa hemen, olmazsa riske girip en geç 6 ay sonra Türkiye'ye geleceğim..."
Türkiye toplumu sorunlarını çözemediği için uzun yıllardır derin acılar yaşıyor.
Artık bunlara bir son vermenin zamanı geldi.
Brüksel'deki Kürt konferansı da eksikliğine rağmen aslında bu insani acıları dindirmeyi hedefliyor.
Bu nedenle sert siyasi söylemler de olsa kimin ne söylediğine kulak vermekte yarar var.
Ama en önemlisi AB Komisyon sözcüsü Jean Christophe Filori'nin dediği gibi;
"Demokratik açılım sürecine bir şans vermeliyiz."