Eski merkez sağın iki partisi DP ve Anavatan nihayet birleşti. Böylece Turgut Özal'ın kurduğu Anavatan 26 yıl sonra tarih sahnesinden ayrıldı. Birleşme kongresine de asıl damgasını vuran bu oldu.
Çünkü daha kongrenin yapıldığı alana girdiğimiz andan itibaren karşılaştığımız Anavatanlıların büyük çoğunluğu aynı tepkiyi veriyordu:
"İçimiz kan ağlıyor..."
Doğrusu onlarca Anavatanlı içleri kan ağlaya ağlaya da olsa kongre salonuna gelmiş ve hem ağlarım hem giderim misali birleşmenin nasıl olacağını izliyordu.
DP'liler ise daha bir rahattı. Onlar dibe vurmuş iki partiden bir şey olmayacağını ve bir son şans olarak birleşmenin denenmesi gerektiğini söylüyordu.
Ama şunu da söylemeden edemiyorlardı:
"Bu bir Mesut Yılmaz prodüksiyonudur. Aslında ANAP, DP'ye katılmıyor, her ikisi birden Mesut Yılmaz'a katılıyor."
Bu tezi duyan bir DP'li de ilginç bir benzetme yapıyordu: "Eskiden 'Bir Bilen' vardı şimdi iki bilen olacak."
Dışarıda edindiğimiz bu izlenimlerle kongre salonuna giriyorum. 4 bin kişilik Atatürk Spor Salonu tıka basa dolu. İçeride yaklaşık 6 bin, dışarıda ise 4 bine yakın kişi var. İki parti için bu sayı az bulunsa da son yıllardaki dibe vuruş dikkate alındığında yine de anlamlı bir kalabalık olarak niteleniyor.
Salonda müthiş diyebileceğimiz bir heyecan yok, daha çok kaygı ve merak hâkim. Dikkatimi ilk çeken ise DSP'li Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı ile ilgili bir pankart oluyor.
"Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen, birleşme kongremize hoş geldiniz..."
Çevreme bunun nedenini soruyorum. Sanki ağız birliği etmişçesine herkes aynı şeyi söylüyorlar: "Büyükerşen partimize gelecek..."
Büyükerşen'in birleşme sonrası DP'ye girip girmeyeceği bilinmez ama bir süre sonra kongre salonuna geliyor. Ve belki de o salondaki en güçlü alkışı alıyor. O anda protokol sıralarını izliyorum. Ön sırada Mesut Yılmaz, Hüsamettin Cindoruk, Salih Uzun, İsmet Sezgin, Celal Doğan, Nesrin Nas ve DSP'den istifa eden Eskişehir Bağımsız Milletvekili Tayfun İçli'yi görüyorum. Manzara hayli ilginç. Eski merkez sağ birleşirken eski merkez solu da unutmuyor.
Bir an 1991 seçimleri sonrası oluşan DYPSHP koalisyonunu düşünüyorum. O günden sonra iki kesim de ciddi düşüşe geçmişti.
Şimdi Mesut Yılmaz, kafasındaki "Merkez Parti" projesini hayata geçirerek o dönemi yeniden canlandırmaya çalışıyor.
Acaba tutar mı?
Doğrusu toplumun gündeminde olmayan bir kongre gerçekleşiyor ama katılanlar hem umutlu hem de kafaları bir hayli karışıktı. Bu noktada birleşmeyi sağlayan iki liderin konuşması önem kazanıyordu. Önce Salih Uzun konuştu. Coşkulu ve heyecanlı bir konuşma yaptı ama beklenen vizyonu ortaya koyamadı.
Ardından kürsüye yılların kurt politikacısı Cindoruk çıktı. Yanımdaki bir siyasetçi şöyle diyordu:
"Asıl Cindoruk'un söyleyecekleri önemli."
Bu beklentilerin aksine Cindoruk, konuşmasıyla tam bir hayal kırıklığı yarattı. 1950'lerden bu yana sık sık "Darbe mağduru" olduğunu söyleyen Cindoruk, hem Ergenekon'a sahip çıktı, hem de son dönemde ortaya çıkartılan Cunta'nın darbe girişimlerini alaya aldı.
Cindoruk'un bu konuşması sadece salonda değil protokol sıralarında da yüzlerin asılmasına yol açtı. Salonun en iyi konuşmacısı ise hiç kuşkusuz kongrenin sunuculuğunu yapan, Anavatan gençliğinden gelen Seçkin Şahin oldu.
Eski merkez sağ bu kongreyle beklenen birleşmeyi gerçekleştirdi ama asıl önemli soru bu süreci kimin yöneteceği... Herkes toplumu etkileyecek bir lider olmadan bu işin yürümeyeceğini söylüyordu.
Taban aradığı lideri bulamamıştı ama hareketi yönetenlerin her birinin kafasında bir başka aday vardı. Demirel'in adayı Mehmet Haberal'dı, Mesut Yılmaz'ın Meral Gezgin Eriş, Cindoruk'unki ise Süheyl Batum'du.
Ama başka siyasi aktörler de vardı; Mehmet Ali Bayar, İlhan Kesici, Çağrı Erhan ve Yılmaz Büyükerşen... Merkez siyasetin genç ama deneyimli bir siyasetçisi bu manzarayı şöyle değerlendiriyordu:
"Eskiden 'Bir Bilen' vardı şimdi ise çok bilinmeyen..."