Abdullah Gül, yeniden cumhurbaşkanı adayı. Türkiye bir kez daha Gül'ü konuşuyor. Yine korkular, gerilimler ve dayatmalardan söz edenler var. Ama artık bu tartışmaların geride kalması gerekiyor.
Çünkü yeni bir dönem başlıyor.
Türkiye, normalleşiyor.
Daha önemlisi kendi "öteki"leriyle buluşuyor.
Bu Türkiye'nin yeni bir siyasi deneyim yaşadığını gösteriyor. Bunu bir biçimde yaşamak zorundayız.
Belki biraz sert geçecek, biraz gerilimli geçecek ama sonuçta Türkiye, yeni bir toplumsal senteze ulaşacak. Bu bir demokrasi sınavı.
AK Parti 4.5 yıllık iktidarından sonra belki de tarihinin en zor sınavından geçiyor.
Ama bu sınavın bir ucunda da muhalefet partileri var. Onların tavrı da demokrasi ve "toplumsal uzlaşma" açısından çok önemli.
Bu noktada bakınca, CHP dışında diğer muhalefet partileri en azından siyasetin doğal mecrasında akması gerektiğine inanıyor.
Peki CHP ne yapıyor?
CHP hala geçen dönemdeki sert muhalefetini sürdürüyor.
Daha ilginci bu tavrını sadece siyasi eleştiriyle sınırlamıyor, protestolara kadar vardırıyor.
Doğrusu bu tutum CHP tarihiyle de çelişiyor.
Çünkü, cumhuriyeti kuran ve demokrasiyle taçlandırmak isteyen CHP her defasında Meclis'in açık tutulmasını savunmuştu. Bunun en çarpıcı örneği de Süleyman Demirel'in Cumhurbaşkanlığı seçimiydi.
Özal'ın ölümünün ardından 1993 yılı mayıs ayında Cumhurbaşkanlığı seçimi yapıldı. O dönemde DYP-SHP koalisyonu söz konusuydu. Her iki parti de Demirel'in Cumhurbaşkanlığı konusunda anlaşmıştı. Ancak CHP buna karşı çıkmış, daha da önemlisi rahmetli İsmail Cem'i aday göstermişti. Üstelik CHP'nin sadece 20 milletvekili vardı. O sayıyla cumhurbaşkanı adayı gösteren CHP, 11. Cumhurbaşkanlığı seçiminde ana muhalefet partisi olmasına rağmen ne aday gösterdi ne de Meclis'e girdi.
O günlerde Demirel'e karşı da sert muhalefet yapan CHP, demokrasinin gereğini yerine getirmiş ve aday göstermişti.
Peki bu tavrını bugün neden göstermiyor?
22 Temmuz seçimlerinde toplum siyasetin gerilim değil, çözüm üretmesini talep etti.
Bunu CHP'den de bekliyor.