Devletin zirvesinde yer alacak üç isimden biri belirlendi; Köksal Toptan . Böylece Meclis Başkanlığı artık tartışma konusu olmaktan çıktı.
Toptan, hem klasik merkez sağın "tartışılmaz" isimlerinden, hem de eşinin başı açık.
AK Parti tarihine bakınca krizleri şansa dönüştüren bir "AK Parti aklı" ndan söz etmemek mümkün değil.
Meclis Başkanlığı'na Toptan'ın aday gösterilmesi de bu aklın bir ürünü.
Bir anlamda son döneme damgasını vuran "zirvedeki krizin" bir daha yaşanmamasının ilk adımı.
Şimdi sıra ikinci adımda.
Bu noktada "Biz taviz verdik, şimdi sıra sizde" denecek bir süreç başlıyor.
Bu sürecin dönüm noktası ise Cumhurbaşkanlığı seçimi...
Cumhurbaşkanı kim olacak?
Tam 10 gün önce 29 Temmuz tarihli yazımızda aynen şöyle yazmıştık.
"Önümüzdeki süreçte Cumhurbaşkanlığı yoklaması yapan Abdullah Gül'ün sürpriz bir açıklama yapması hiç de şaşırtıcı olmayacak.
"Partimizin adayı Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan..."
Doğrusu şaşırtıcı gibi görünse de bu ihtimali yabana atmamak lazım."
Şimdi gazete manşetlerine ya da köşe yazılarına bakınca neredeyse koro halinde "Gül'ün çekilmesi gerektiği" dile getiriliyor.
Kimi Ertuğrul Özkök gibi "şövalyelik ruhu" nun bir gereği olarak istifayı öneriyor, kimi de Yasin Doğan takma ismiyle yazdığı iddia edilen Yalçın Akdoğan gibi "istikrarı" gerekçe gösteriyor.
Hepsinin ortak noktası da Cumhurbaşkanlığı seçiminin krize dönüşmeden gerçekleşmesi.
Yani istenen Abdullah Gül'ün adaylıktan çekilmesi.
Yasin Doğan bunu açıkça söylemese de sözleri bu anlama geliyor:
"AK Parti'nin aldığı oyların tamamını Cumhurbaşkanlığı sürecindeki olaylara bir tepki olarak görmek haksızlık olur. Yüzde 46'yı belirleyen ana faktör istikrar arayışı ve AK Parti iktidarının gerçekleştirdiği dönüşümdür."
Bu yaklaşımın yaygınlaşması toplumda yükselen " Gül cumhurbaşkanı olmalı" baskısına da bir cevap niteliğinde.
Bana kalırsa Gül'ü de rahatlatan bir önerme.
Doğrusu bu tartışma sadece yukarıda bir grup yönetici arasında yapılmıyor. AK Parti tabanı da geniş biçimde bu süreci tartışıyor.
Ve sadece yönetimin değil, AK Parti'nin de önemli bir sınavla karşı karşıya olduğu konuşuluyor.
Bu tabloya bakınca AK Parti yönetiminin ciddi bir sıkışma yaşadığı hatta bir kısım yorumculara göre "yol ayrımına" geldiği ileri sürülüyor.
Meseleyi daha açık ortaya koyarsak şöyle bir manzara ortaya çıkıyor.
Görünürde bir yanda "Cumhurbaşkanlığı adaylığında direnen" bir Abdullah Gül var, öte yanda "Aman direnme, istikrar bozulur" diyen bir AK Parti yönetimi.
Tam bir kriz durumu.
Peki AK Parti içinde böyle bir kriz çıkar mı?
AK Parti tarihine bakınca bunun mümkün olmayacağı çok net görünüyor.
Bir AK Partili şöyle diyor:
"Bütün mesele Türkiye'nin normalleşmesini sağlamak. Bu da siyasetin doğal mecrasında akmasıyla mümkün. Bunun gereği neyse o yapılacak."
Kulislerde konuşulanlara göre tam da bu noktada "AK Parti aklı" devreye girecek ve krize giden süreç "şansa" dönüştürülecek.
Ve ortaya beklenen ve bilinen bir formül çıkacak:
"Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Başbakan Abdullah Gül."
Hiç de yabana atılacak bir öngörü değil.
Hem devletin zirvesinde "üç türbanlı eş" görüntüsü olmayacak, hem hareketin lideri hak ettiği konuma kavuşacak, hem de Gül'ün yıllardır beklediği başbakanlık gerçekleşecek.
Bu da yeni modayla "kazan, kazan, kazan" formülü...