Pazar günü yapılacak seçimi, başta siyasiler olmak üzere birçok aydın "kader seçimi" olarak niteliyor.
Bu yaklaşım seçim sürecine de damgasını vurdu ve "Türkiye teması" üzerinden bir seçim kampanyası yürütüldü. Bu da ister istemez siyasi liderler arasında beklenenin üstünde bir gerilim yarattı.
Siyasetçisi de aydını da "Ona oy verirsen ülke batar" ya da "Buna oy verirsen ülke uçar" yaklaşımı içinde...
Oysa bu yaklaşım yeni değil. Birçok seçime siyasiler benzer biçimde yaklaştı. Çok uzağa gitmeye de gerek yok.
Son 3 Kasım 2002 seçimlerine bakalım. O seçimlere de "kader seçimi" gözüyle bakıldı ve topluma o doğrultuda çağrılar yapıldı.
Peki neler yazıldı?
İşte seçime bir gün kala 2 Kasım 2002 tarihli Bekir Coşkun'un yazısı.
"Bu cumhuriyet tarihinin en önemli üçüncü seçimi. (...) Bence bu yarınki seçimlerin sonuçları bir seçim döneminin çok ötelerine uzanacak kadar önemli.
İyi düşünmelisiniz.
Karanlığa düşmemeli Türkiye. Bu cennet kadar güzel ülke bunu hak etmedi.
Yazıktır..."
Aynı gün Erdal Şafak'ın yazısı ise bir başka gerçeğe ışık tutuyordu.
"Bu seçimde hep birlikte tarihe tanıklık ettik; 'Defolu demokrasi' diyebileceğimiz sistemin can çekişmesini izledik. Fransız Le Monde gazetesi dün manşetten verdiği haberde 'Türkler öfkelerini göstermek için sokağa dökülmek yerine seçimde yöneticilerini cezalandırmayı tercih eder. Geçmişte de birçok kez bunu gösterdiler' diyor. Doğru bir gözlem. (...)
Uzun sözün kısası bu sistem insanların onuruyla oynadı, toplumu ahlaken çözülme noktasına getirdi. O yüzden yarın sandık bu sistemin mezarı olacak."
"Kader seçimi" diyenlerden biri de Mehmet Ali Birand'dı.
Birand'ın, yazısı "siyasi deprem" yaşanacağını haber veriyordu.
"Türkiye, yakın tarihinin en önemli seçimlerinden birine giriyor. (...)
Ekonomik depremden sonra Türk siyaseti de depreme uğradı. Yarın siyasi depremin ilk sonucu alınacak."
O günlerde herkes seçimin AK Parti ve CHP arasında geçeceğini tahmin ediyordu. Kamuoyu araştırmalarında ise AK Parti'nin birinci parti olacağını belliydi. Bu nedenle de bazı kesimlerde ciddi bir kaygı vardı.
Mehmet Barlas, bu kaygıya dikkat çekerek şöyle diyordu.
"Bunca aşılan yolu hiçe sayıp '4 Kasım'da ne olacak?' paniğine kapılmak, hiçbir Türk'e yakışmıyor. Ne olabilir yani? Ne fark eder, AK Parti'nin ya da CHP'nin veya DYP'nin çoğunluk alması halinde?
Olmazsa, ileride yeni bir seçim yapılır...
Seçimden değil, seçimi sabote etme girişimlerinden korkalım."
Aradan yaklaşık 5 yıl geçti.
Birçok şey aynı kalmasına, hatta belli kesimlerde kaygı ve korkunun sürmesine rağmen bu toplumun demokrasiye, sandığa inancının sürüyor olması çok önemli.
AK Parti de, CHP de, MHP de, DTP de bu ülke insanlarının kurduğu partiler...
Bu coğrafyada yaşayanların ruh halini belki de en güzel Le Monde gazetesinde yer alan ifade anlatıyor:
"Türkler öfkelerini göstermek için sokağa dökülmek yerine seçimde yöneticilerini cezalandırmayı tercih eder."
Halk, ister iktidarda ister muhalefette olsun, yanlış yapan yöneticilerden hep sandıkta hesap sordu.
Bugün seçim sürecinin son günü.
Yarın demokrasimiz açısından yeni bir gün başlıyor. Bu toplumun sağduyusuna güvenmek gerek.
Bu halk bazen aydınların ve siyasetçilerin öngörmediği sonuçları yaratarak şaşırtmasını çok iyi biliyor. Ve daha önemlisi "sokağı gererek" değil, "sandığa giderek" demokrasinin vazgeçilmez olduğunu da iyi biliyor.
Bu kez de sivil demokrasinin yaşaması için oy vereceğinden kimsenin şüphesi olmasın.
NOT: Bir önceki yazımızda Ufuk Uras'ı SHP'nin de desteklediğini yazmıştık. SHP Başkan Yardımcısı İlhan Göğüş arayarak, parti olarak Uras'ı desteklemediklerini söyledi. Düzeltiyoruz.