Türkiye, 2007 yılına MİT Başkanı Emre Taner'in açıklamalarıyla girdi.
Gerçekten Türkiye'nin içinden geçtiği zaman dilimi açısından herkesi düşünmeye çağıran ve sarsan açıklamalardı bunlar...
Yılın ilk günlerinde olması da ayrıca bir şanstı.
Çünkü, bu yılın zaten "zor bir yıl" olacağı herkesçe kabul ediliyordu.
MİT Başkanının yaptığı analiz sadece siyaseten uyarı niteliğiyle kalmadı aynı zamanda kuruluşundan beri MİT'le ilgili özellikle sol aydınlarda varolan tabuları da yıktı.
Bu da neresinden bakarsanız bakın, kurumun tarihi açısından bir dönüm noktasıydı.
Kendi aydınlarını izleyen, ihbar eden, işsiz kalması için çabalayan bir kurumdan küresel dünyanın nereye gittiğini analiz eden bir kuruma geçmek elbette önemli bir gelişmeydi.
Bu gerçeği en çarpıcı biçimde Ahmet Altan dile getirdi.
Hürhaber haber sitesindeki yazısında şöyle yazıyordu Altan:
"Geçmişi lekelerle dolu olan bizim istihbarat örgütünün başındaki görevlinin geçen günkü açıklamasını okuduğumda doğrusu şaşırdım. Globalizmin analizini yapan bir konuşmaydı. Gazetelerden görebildiğim kadarıyla MİT müsteşarının tam olarak ne önerdiğini kimse açıkça anlayamamıştı. Ama gene de, "istihbarat" yerine "dedikodu" toplayan, aydınları izlemeyi istihbaratçılık zanneden, mafyayla içli dışlı olmuş bir örgütün "dünya nereye gittiği" üzerine düşünen, öneriler geliştiren, "ulus devletin" kaderi hakkında fikir belirten bir düzeye gelmesi beni sevindirdi."
Tabi işin asıl can alıcı yanı, küresel dünya sisteminde Türkiye'nin ne yapması gerektiği sorusuydu.
MİT Başkanı Emre Taner, ağırlıkla gazeteciler ve aydınların tartıştığı yazısında aynen şöyle diyor:
"Bulunduğumuz dönem, gelecekte birçok ulusdevlet ve milletin hızlı bir şekilde tarih maratonunu kaybetmeye başladığı süreci anlatacaktır. Bu devletler sadece gelişememekle ve dünya yönetiminde söz sahibi olanlar arasına dahil olamamakla kalmayacak; aynı zamanda birçoğu günümüz teknolojik devriminin ve küresel ekonominin rekabetine dayanamayıp ulusal egemenliklerini de büyük ölçüde yitireceklerdir."
Taner, bu tespitinden sonra şunları da ekliyor: "Bu süre içinde Türkiye, gerek stratejik gerekse jeopolitik önemi nedeniyle kendisini hiçbir zaman olayların akışına bırakma ya da "beklegörtavır al" taktiği ile sınırlama lüksüne sahip değildir."
Peki bu tespitler karşısında siyaset kurumu ne yaptı?
Yılın ilk günlerinde siyasetin gündeminde "eşler" tartışması vardı. Şimdi
"mevsimlik milliyetçilik" tartışılıyor.
Oysa bu ülkenin istihbaratının başındaki isim adeta "tren kaçıyor" diye bas bas bağırıyor.
Şimdi bir bürokratın söylediklerine bakın, bir de Türkiye'nin derin sorunlarını çözmek için siyaset yaptıklarını söyleyenlerin tartıştığı konulara.
Doğrusu kendi adıma bu manzara karşısında utanıyorum.
Uzun yıllar Türkiye'de aydınlarını izleyen, dedikoduları rapor haline getiren, "ruhsatlı mafya babaları" yaratan, hatta suç işleyenleri "kahraman" ilan eden bir istihbarat örgütümüz vardı.
Şimdi bu örgütün çağı yakaladığını görüyoruz.
Dünyadaki önemli gelişmelerin, içinde bulunduğumuz coğrafyada yaşandığını ve yaşanacağını söylüyor.
En azından geç kaldığının, dünyadaki gelişmeleri kavrama konusunda yetersiz olduğunun farkında.
Peki siyasilerimiz ne yaptıklarının farkında mı?