Türkiye-AB müzakereleri 3 ekimde başlıyor. Bir anlamda Türkiye'nin 40 yıllık AB yolculuğunun son dönemecine giriliyor.
Bu siyasi bir yolculuk. Bu yolculuğun kaptanı ise siyasi partiler.
Partilerin kararıyla Türkiye bu yolculuğa çıktı, yolculuğun zaman zaman sekteye uğramasına da siyasi partiler neden oldu. Sonunda girme kararını da yine siyasi partiler verdi.
Turgut Özal'ın 1987 yılında yaptığı başvuruyla başlayan AB yolculuğu ana eksende önce 'Maastricht', sonra da 'Kopenhag Kriterleri'nin yerine getirilmesiyle sürdü.
Bir anlamda AB kulübünün standartları vardı ve Türkiye o standartlara uymak için 'sessiz devrim'lere imza attı. AB aslında ekonomiden, siyasete bir kurallar sistemi öneriyordu. Türkiye'de buna uymak için hızlı bir değişim yaşıyordu.
Örneğin sanayi ve hizmet üretiminde Türk Standartları Enstitüsü'nün kuralları vardı. Artık onun yerini de Avrupa Birliği'nin CE standardı aldı. Sağlıktan, sanayiye, hizmetten eğitime her alanda CE (Conformite Europenne-Avrupa'ya Uygunluk) standardı geçerli.
Peki Türkiye'yi AB yolculuğuna çıkartan siyasi partiler AK Parti'den DEHAP'a CHP'den Anavatan'a AB standartlarına uygun mu? 'Parti içi demokrasi, üyelik yapısı, sivil toplumla ilişki, fikir üretme ve siyasetin finansmanı' gibi alanlarda partilerimizin durumu ne? Tabi işin asıl kaynağı, 'Siyasi Partiler Yasası' ve 'seçim sistemi'.
O konu hâlâ siyasetin gündeminde değil. Her iki konuyu da zaman zaman işin uzmanlarıyla ele alarak işleyeceğiz.
'Toplumun dönüşümünü isteyen siyasi partiler işe önce neden kendilerinden başlamıyor?' sorusuna cevap arayacağız.
Siyaset bilimci ve siyasetin içinden gelen Tarhan Erdem, AB müzakere sürecinde en zorlu konulardan birinin siyasi partiler olacağını belirtiyor ve şöyle diyor: "Bunun iki nedeni var: İlk neden, siyasal hayatı düzenleyen kanunların eski anlayışla ve anlaşılmaz korkuların etkisiyle hazırlanmış olması. İkinci neden birincisinden daha güçlü. Toplumun davranışlarını belirleyen kültür ve gelenekler, açık toplumun gelişmesini engellemektedir."
Tarhan Erdem, bu iki nedene karşın, demokrasimizin azımsanmayacak kazanımları, halkın da siyasal partilerin merkez örgütlerinden daha ilerde olduğunu belirtiyor.
Erdem bu tespitlerden sonra sözü ilginç bir noktaya getiriyor ve şöyle diyor:
"Adlarının aynı olduğuna bakarak, bazı kurumları sanki batıdakilerle aynıymış gibi düşünür, sonuçların farklılığını görünce de şaşırırız. 'Siyasi parti' ve 'yerel yönetimler' bu acayipliğin yaşantımızı etkileyen iki örneğidir."
"Bir lider ve onun ekibi tarafından yönetilen kurumları, demokrasilerde tanımlanmış anlamıyla 'parti' kelimesiyle anlatmak bir çok yanlışlığa neden olmaktadır." diyen Erdem, Avrupa'daki siyasi partilerle bizdekilerin farkını şöyle anlatıyor:
"Avrupa'da, bir bölge parti yöneticisinin görüşü alınmadan, bir liderin politika belirleyip ilan etmesi söz konusu değildir. Bizde ise bırakınız il başkanlarıyla, merkez karar organı ve meclis grup yönetim kurulu üyelerinin bile, belirlenen politikadan uygulamaya başlandığında haberi olur."
Göründüğü kadarıyla Avrupa'ya ihraç edilen basit bir üründe bile CE standardı aranırken, Türkiye'yi AB'ye sokmayı hedefleyen ve Türkiye'nin kaderini elinde tutan siyasi partiler konusunda ne yazık ki o standardın yakınından bile geçilmiyor.
Bu işte bir gariplik yok mu? Konuyu farklı görüşteki uzmanlarla incelemeyi sürdüreceğiz.