Eleştirel bakış önemlidir. Güzel ile çirkini olmasa da doğru ile yanlışı birbirinden ayırmaya yardımcı olur. Düşüncenin kendisini sorgulamasına ve geliştirmesine imkân tanır. Fakat eleştirinin de kendisini geliştirmeye yani eleştiriye ihtiyacı vardır.
Eleştiriyi güdükleştirip etkisizleştiren şeylerden biri totaliterleşmedir. Unutmayalım; bütün organizmalar; yani sadece iktidar değil muhalefet de totaliterleşebilir. Hatta muhalefetin özellikle uzun sürüp kronikleştiğinde bu tür eğilimler taşıması daha kuvvetle muhtemeldir.
Eleştirinin ölümü, genellikle aklın yerini duyguların almasıyla, polemik ve muhalefet şehvetinin bütün bünyeyi kaplamasıyla ortaya çıkar. Ölçüleriniz kaybolur, konumlanmanız mantığınızın ve birikiminizin önüne geçer. Eleştiri şehvetiyle başa çıkmanın kolay olmadığını Türk medyasının haline bakarak görmek mümkün... Üstelik Ahmet Tezcan'ın Kafirun romanında anlattığı gibi şehvet ve şiddet birbirine dönüşebilen kavramlardır.
Kamu yararı
Gazeteci arkadaşlarımız bazen okurları haklı bulma eğilimimin ağır basmasından yakınır. Doğrusunu söylemek gerekirse bugüne kadar bana gelen şikayetlerin yarısından çoğunda gazeteyi haklı buldum. Ama köşeme genellikle okurların daha haklı göründükleri konular yansıdı. Bunun nedeni, okurun gazeteye nispetle daha zayıf konumda olması. Bu hafta birkaç farklı konuya değinerek bir istisna yapacağım.
İlk konumuz sınav kitapçığı. Milli Eğitim Bakanlığı, 8. sınıf öğrencilerine yönelik ortak sınavı 29 ve 30 Kasım 2013 tarihlerinde gerçekleştirdi. 29 Kasım tarihinde, ilk gün yapılan sınavın soruları SABAH'ın ve diğer bazı gazetelerin eline geçti. Çoğu yayımlamayı tercih ederken, gazetemiz aksini yaptı. Okurlarımızdan bu duruma itiraz edip, SABAH'ı diğer gazetelerin gerisinde kalmakla suçlayanlar oldu.
Turkuvaz Medya Grubu Yayın İlkeleri'nin 13. maddesi şöyle der: "Kamu yararı ciddi bir biçimde gerektirmedikçe, saklı kalması kaydıyla verilen bilgiler yayımlanmaz." Kitapçık, diğer gazetelerin ve Sabah'ın eline aynı yoldan ve aynı zamanda ulaştı. Kaynak mercii, soruların ikinci günkü sınavlar yapılmadan yayımlanmamasını rica etti. Yukarıda sözünü ettiğim ilkeye göre Sabah'ın soruları hemen yayımlamaması doğru olmuştur. Çünkü o gün sınavın ikinci oturumu yapılmakta, sınav devam etmektedir. Gazetenin tirajı, 8. sınıf öğrencilerinin sınav motivasyonundan daha önemli değildir.
Reklamveren baskısı mı?
İkinci konumuz 'bankayı çarpan müdür' haberi hakkında. 'Çarpma' kelimesi başta olmak üzere haberlerde argo kullanımına başka bir yazıda değineceğiz, şimdilik esas konumuza geçelim. Müdür Bey 13 Milyon Çarpıp Yurtdışına Kaçtı (04.12.2013) haberinde banka adının yazılmayıp 'büyük bir bankanın İstanbul Şubesi' denmesine Bülent Y. adlı okurumuz itiraz etmiş: "Hangi banka acaba? Reklam veren baskısı ama okuyucuya saygısızlık bence."
Yayın Koordinatörümüz Kemal Kök ile konuştum ve kendisine katılıyorum: "Reklam verenimiz olmasa da adını yazmazdık. Çünkü, müdürün eylemi ile bankanın kuruluş ve işleyişi arasında doğrudan bağlantı bulunmuyor. Kendisinden kaynaklanmayan ve farklı bankalarda da yaşanabilen bir vaka nedeniyle adını yazmamız, eylemi markaya mal edip bankanın ticari itibarına zarar verebilirdi. O bankanın, müşterilerinin ve okurların mağdur olmaması bizim için önemli."
İpten almak
Son konumuz, deyimlerin kullanılmasıyla ilgili. 4 Aralık 2013 tarihli SABAH'ın sürmanşetinde yer alan Efsane Avukat, Türk'ü İpten Aldı sürmanşetine itiraz eden okurlarımız oldu. Özetle, 'ipten almak' deyiminin köken itibariyle 'idamdan kurtarmak' anlamına geldiğini, oysa bu olayda ABD'de tecavüzle suçlanan Türk taksi şoförünün 'müebbet hapis' ile yargılandığını söylediler.
Okurlarımız ilk bakışta haklı gibi görünüyor ama kısa bir sözlük taraması yaptığımızda gazetemiz daha haklı. Deyimler ve kelimeler zaman içerisinde farklı anlamlar kazanır. Türk Dil Kurumu'nun da belirttiği gibi 'ipten almak' zaman içerisinde ve idam kalktıktan sonra bile 'zor bir durumdan kurtarmak' anlamında da kullanılmaya başlamıştır. Diğer sözlüklerde de benzer şekilde geçen bu anlam yazı işlerimizi ipten alıyor sanırım.