On yıl önceki depremde İstanbul'un doğusu göçtü. İnsan zincirleri oluşturduk, elimizdekini, avucumuzdakini birbirimize sunduk. Dayanışma güçlüydü. Bu kez selde İstanbul'un batısı çöktü. İnsanlar sustu. TV ekranlarından yağmayı ve fırsatçılığı izledi. Acı ama gerçek! Kimse ağlamadı. Geldiğimiz nokta düşündürücü. Çünkü Türkiye'nin toplumsal hissiyatı değişmiş, değerler yitip gitmiş. Toplum mühendisleri konuyu incelemeli.
Şehr-i İstanbul, huysuz ve tatlı bir kadına benziyor. Büyüleyici bir şehir!.. İkilem yaşıyor. Şehrin bir tarafını sel ve ölüm sarmış. Diğer yanında ise yabancı gazeteciler ve dünya sanatçıları konuk ediliyor. Koca metropolde herkesi kendine çeken eleştirel arayışların sürdüğü sanat rüzgârı esiyor. Bu yaman çelişki bölgesel liderliğe oynayan bir ülkeyi açmazlarıyla birlikte ele veriyor.
Acılıyım...
Ama bir yandan da çok mutluyum.
Nihayet bu ülkede de sanat için, sanatçıları izlemek için kuyruğa girildiğini görüyorum. Çarşamba akşamı Türkiye Denizcilik İşletmeleri'nin 3 nolu antreposunda 440 yabancı gazeteci ile birlikte "11. Uluslararası İstanbul Bienali" için verilen açılış davetindeydim. Bienal başlığını Bertolt Brecht'in 1928'de Kurt Well ile birlikte yazdığı "Üç Kuruşluk Opera" adlı oyununun "Denn wovon lebt der Mensch" adlı şarkısından alıyor.
Şarkı Türkçe'ye, "İnsan Neyle Yaşar?" diye çevrilmiş! Bienal insanlığı sorguluyor! 70 sanatçının 140 yapıtının yer aldığı bienal sergisinde kendimi kaybettim. Ruhum arındı.
***
İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı
(İKVS) Başkanı
Şakir Eczacıbaşı ile bienal sponsoru
Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı
Mustafa Koç'u kutluyorum. Demek ki, bu ülkenin üretimi unutmayan büyük patronları, kriz bile olsa toplumsal sorumluluklarını göz ardı etmiyor. Adına ister
Kürt, ister
Alevi, ne derseniz deyin, gerçek
"Demokratik Açılım" bu yoldan, yani sanattan geliyor.
Bu bienal bizleri eski yüzyılın eskimeyen değerleriyle yüzleştiriyor. Demokrasi adına, insanlık tarihi adına yapılan yanlışları önümüze seriyor. 1929 büyük ekonomik buhranının siyasette, ekonomide yarattığı tüm etkiler olanca çıplaklığı ile sergide ortaya serilmiş.
Bölgesel savaşlar, mikro milliyetçilik dalgası, şiddete maruz kalan kadın, üretimden pay alamayan yoksullar, solcu olduğu için idam edilen
Deniz Geçmiş, filmleri yok edilen
Yılmaz Güney, yerlerde sürünen insan hakları bildirgeleri. Hepsi burada. En çok öğrenciler düşünülmüş, öğrenci kimliklerini göstererek para vermeden bienali izleyebilecekler.
***
Bienal şokunu yaşarken bir başka şok dalgası da
İstanbul Modern'de açılan, ünlü sanatçı
Sarkis'in 50 yıllık sanat yaşamının anlatıldığı
"Site" sergisiyle geliyor. Dimdik duran bir çağdaş sanatçının gizemli dünyası,
Garanti Bankası'nın verdiği destek ile yıllar sonra kapılarını Türkiye'de açıyor. İstanbullular demokrasiye susamış!.. Herkes,
"Kendinden bir şeyler bırakabileceği bir buluşmaya koşuyor." Bir bienal ve bir sergi fazla söze gerek bırakmıyor. Türkiye'nin daha çok demokrasi için etkin bir burjuvaziye olan ihtiyacı tüm çıplaklığı ile kendini gösteriyor.