Vizyon, yarına dair bir öyküdür. Yoksa ne olur? Necip Fazıl'ın dediği gibi; "zamanın tık tıkları, güder yaratıkları…" Yarın kaygısı, gelişme sancısı çekmektir. Tomurcuk derdi olmayana "odun" diyoruz zaten…
Bir sonraki adım, insanın merak repertuarında daima başyapıtı oluşturmuştur. "Yarın ne olacak?" sorusuna verilecek cevap için yarınını feda eden insanlar, toplumlar ve hatta şirketler...
Gelecek bilimcisi Prof. Dr. Süheyl İnayatullah; "gelecek öngörüsü oluşturmaya mecburuz. Hem firmalar hem de bireyler olarak" diyor ve devam ediyor; "Türkiye gelecekte önemli rol oynamayı başarabilmek için başkalarının düşünmediği şeyleri düşünmeyi başarmalıdır."
Yarın, bilinmezdir. Ama kestirilebilir. Yarını kestirmenin en güvenilir yöntemi ise onu inşa etmektir. Peki, firmalar ve bireyler, gelecek öngörüsü yaratmaya nereden başlamalı? Cevap basit; "işe, yarını düşünmekten başlamalı."
Yarını düşünme noktası, sanıldığı kadar da kolay bir şey değil. Öncelikle dünü yarına uzatırken kullandığımız paradigma, genelde bize "kullanılmış bir gelecek" sunuyor.
Oysa yarın, başka bir düzlemde oluşuyor. Attila İlhan'ın "ben sana mecburum" derken mırıldandığı gibi; "sana kullanılmamış bir gök getirsem..." Birçoğunun daha önceden tükettiği düşünceleri ve imajları kullanıyor olmak, acaba bir "yarın" mıdır?
Değildir. Parmenides Körlüğü de zaten yarını tahmin ederken bugünü "dönüştürmeden" geleceğe taşıma gafletinden söz eder. Yarını düşünmeyen ulusların, kurumların ve bireylerin yarını olamayacağına inanıyorum.
Yarın, kuşkusuz hiç kimseye vaat edilmemiştir. Ancak hak edene ikbal verdiği de bir gerçek… Bugün Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın vizyon konuşmasını bu açıdan dinlemeyi öneririm.