Bir ekonomide, 10 gün arayla nasıl bir gelişme olabilir ki en kırılgandan en muhteşeme dönüşebilesiniz? Petrol çıksa, gravitesi, testi zaman alır. Altın bulunsa rezervini hesap etmek aylar sürer.
Ülke dediğin "kişi" değil ki aldığı bilete büyük ikramiye çıksın... Kısaca bir insan bir gecede sefaletten ihtişama (ya da tersi) geçebilir. Ama ülke kavramının çalışma yöntemi bu değildir.
Gezi gerginliği ile başlayan ve 3 Haziran'da Borsa'yı %10.4 çökerten süreçte, Financial Times'i (FT) Türkiye'yi "hasta" ilan ederken bulduk. İzleyen günlerde ona itibar eden finansal cemaat ile birlikte, ekonomimizi yerden yere vurup durdu.
Ancak ülke krize girmedi, FT'nin manşetleri havada kaldı. Derken 17 Aralık operasyonu ile FT yine sahne aldı, Türkiye'nin yumuşak karnı "ticaret ve ihracattır" dedi. Okyanus ötesinden gelen dalga, bürokratik oligarşi üzerinden bu iki alanın bakanlarına yöneldi.
Aynı gün FT; cari açığı bahane edip "Kırılgan Beşli" dedi ve devam etti; "üstelik en kırılganı Türkiye..." Öykünün devamını biliyorsunuz. Dövizi zıplatan finansal cemaat, Merkez'e faizleri 5.5 puan tırmandırttı.
Daha sonra sandık dışı arayışların işe yaramadığı anlaşılınca sandıkların açılmasına günler kala Türkiye "Muhteşem Beşli" oluverdi.
Dün FT'nin Türkiye Zirvesi yapıldı. Neden Türkiye? Çok basit... Türkiyesiz olmayacağı aşikâr... FT'nin bu çelişkisini, gazetenin editörüne sorduk. Cevap, çok şeyi anlatıyor: "Yatırım yapanlar ekonomistlerin analizleriyle karar almıyor, kendi raporları var. Ben de olsam inanmam."
İnanmıyorsun ama yazıyorsun... Bu nasıl iştir? Kırılgan dediniz kırılmadı... Şimdi de muhteşem diyorsunuz. Hangisine inanalım? Hadi çifte standartlı notçular itibar zaafı yaşıyor. Peki, FT'nin itibarını editörü dahi savunamıyorsa, 77 bin kişilik finans cemaatimizin bu hayranlığı niye ki?