Geçen seçimlerde, Sabah yazarları olarak Anadolu'daki illere dağıldık. Kentlere gidiyor, nabız tutuyor, seçim çalışmalarını izliyor, adayların performansına dair gözlem yapıyor izlenimlerimizi okurla paylaşıyoruz.
Ziyaret mekânları arasında, seçim koordinasyon merkezleri de var. Zira adaylar, partililer ve seçmenleri bir arada görmek için kentin en uygun mekânları buralar... Ana muhalefetin seçim bürosundayım. Çalışmalar filan derken söz; "şahsen kime oy vereceksin?" sorusuna geliyor.
Doğal olarak beklediğim "tabii ki CHP'ye..." iken, görevlinin tepkisi şaşırtıyor. Önce etrafına bakınıyor ve sesini alçaltarak şunu söylüyor; "ben ve eşim konut, ev kredisine girdik, bizimkilere verip ortalığı batırmalarını istemem..."
Bu defa, bütün illeri, pek çok ilçeyi ve hatta köydeki dinamikleri gözleme şansımız oldu. Gördüğüm, bu sayfadaki tablonun, seçmen davranışında en büyük saik olacağıdır.
Borç seçmenin kamçısıdır hesabı... Karı koca takside girmiş, birinin maaşı ile taksitler, diğerinin geliriyle de evin harcamaları, ancak dönüyor. İstikrarın devamı, bu aileler için hayati değerde.
Zaten sendelese düşecek bu yapı, ne işsizliğe tahammülü var ne de piyasadaki muhtemel olumsuzluğun getireceği durgunluğa... Önce Gezi gerginliği ve ardından 17 Aralık ile gelen darbelere rağmen iktidarın istikrarı sürdürdüğü de aşikâr.
Hal böyle olunca iktidarı değiştirmeye yönelik tercihlerin, ölümcül faturası herkesin dikkate aldığı temel konu... Hele ki 2 milyonu aşkın KOBİ, mevcut yönetimin değişmesi halinde başına "daha iyisi geleceği" beklentisinde değil. Hatta "işleri batırabilirler" kaygısı, seçim sohbetlerinin temel konusu.
14 milyonun tepesinde "demoklesin kılıcı" gibi borç tavanı asılı duruyor. Ortalama vade 4-6 yıl ve insanlar, bu sürede "CHP veya MHP koalisyonları gelsin, işleri batırsın" istemiyor.
İşlerin batmasının anlamı; borçluların ödeme kabiliyetinin kaybolması, aileden birinin işsiz kalması, üretim becerisi olmayan kadroların piyasayı kilitlemesi aslında...