Tam 17 yıl geçti. 28 Şubat sürecinin ülkeye faturasını genelde ölçülebilir değerler üzerinden konuşuyoruz.
Ekonomideki hasar tespit raporu bize 300 milyar $'a yakın fatura sunabilir. Fakat gerçek fatura, kaçırtılan fırsatların ilavesiyle çok daha yükseliyor.
Öncelikle 90'lı yıllarda dünyanın geçirdiği sayısal devrimi ıskaladık... Rahmetli Özal "1 milyon bilgisayar olsa, ülkeyi uçururduk" diyordu. Fakat 28 Şubatçıların böyle bir önceliği olmadı.
Bilgisayarı üretimin hizmetine sunan uluslar açık ara zenginleşirken bizim tek derdimiz, daha fiyakalı cihaz ithal etmekti.
Devlet malı deniz idi... Yemeyeni "domuz" sayan kurnaz zihniyet, 28 Şubatçıların vesayetiyle toplumun bir kesiminden kendilerine "kaynak transfer" yöntemini geliştirdi. Ülkenin 3'üncü büyüğünün askerlerin holdingi olması tesadüf değildi.
Tüketiciyi ideolojik olarak böldüler. Onaylanmış sermayenin mal ve hizmetleri "vizeli" sayıldı. Muhafazakâr kesimin üretimi, hele ki Anadolu'dan yapılıyor ve orta küçük ölçekli firmaya ait ise "cüzamlı" muamelesi gördü.
Bilgi ekonomisinin kürede verimlilik rekoru kırdığı dönemde biz kıt kanaat oluşturabildiğimiz sermayeyi, 28 Şubatçıların "direktifleri" ve yönettikleri medyanın algı kirliliği sayesinde, faiz ödemesine harcadık.
Devleti soyup kaynakları kendilerine aktardıkları için doğan borç ihtiyacı, sanayicinin dahi ahlakını bozdu. İSO 500'ün faaliyet dışı kâr beyanı %92'lere vardı. Üretime dair ne varsa kan kaybederken enflasyonun kirlettiği ortamda düşük gelir grubundan toplanan kaynaklar büyükler ve dış ortaklarına akıtıldı.
O dönemde Anadolu Kaplanları'nı tanımlayan biri olarak, güçlenmeye başlayanların; 28 Şubatçılar tarafından nasıl infaz edildiğinin yakın tanığıydım. Dünyanın geçtiği dijital ekonomi sürecini ıskalayarak bize, kurumlara, şirketler ve ülkeye verilen zarar, bana göre birkaç Türkiye büyüklüğünde oldu.