Bildik öyküdür, ıstakoz tenceresi kapağa ihtiyaç duymaz. Zira kaynayan sudan çıkmaya çalışanı, tenceredeki diğerleri paçasından aşağı çeker... Bu yüzden tencere satın alan ayrıca kapağa para harcamaz.
Kriz, Eylül 2008'de ABD'de başladı.
Atlantik'i geçip Avrupa'ya sıçraması aylar aldı. Ardından global ekonomide suları ısıttı. Özellikle yaşlanan ve yavaşlayan Avrupa'nın güney ülkeleri, iflas noktasına taşındı.
Türkiye, bu sıcaklığı artan küresel tencerenin içine çekilmek istendi. Ancak 2001'deki kendi krizimizden çıkardığımız dersler sayesinde, bankacılık sistemimiz ve mali disiplinimizi güçlendirme başarısını göstermiştik. Cari açık yumuşak karnımızdı, şükür ki 57 bin ihracatçının gayreti ile bu açığı soruna dönüştürmedik.
Başka bir şey daha yaptık ve asırlardır iki yakası bir araya gelmeyen bütçemizi denkleştirdik. Bu sayede kriz tenceresindeki ıstakozlar haşlanırken, "pozitif ayrıştık" ve krizin "teğet geçmesini" sağladık.
Önce 3 Haziran Borsa'daki "büyük çöküş" ile yıkım dalgası geldi. Bunu atlattık.
Ekonomiye maliyetleriyle boğuştuk. Sonra 17 Aralık'ta okyanus ötesinden ikincisi geldi. Bu defa döviz ile başladı, Borsa ile derinleştirildi.
Algı yönetimi "yolsuzluk" üzerinden yürütüldü, sadece Halkbank'ı değil, Türkiye ekonomisini topyekûn itibarsızlaştırmaya yöneldi. Faiz korosu, notçuları tahrik eden söylemler, okyanus ötesinin oligarşik bürokrasi ortaklığıyla 2023 hedefleyen yatırımlara saldırı...
Krizi teğet geçip ıstakoz tenceresi dışında kalan Türkiye'yi şimdi bu kaynar suya atmaya çalışıyorlar. Yetmiyor, içimizdeki ıstakozlar, haşlansın diye güçlü kurumları da paçasından alaşağı ediyor. İçimizdeki ıstakozları yarın yazacağım.