Son 10 yıldır Türkiye, vesayet rejiminden kurtulma başarılarına sahne oldu. Askeri vesayete son verdik. IMF vesayeti de nihayete erdi. Hatta derin devletin vesayeti de... Bir bakıma statükoları yıka geldiğimiz bu süreçte hala önümüzde mücadele edecek alanlar var.
Ne adına mücadele? Tabii ki Türkiye'yi demokrasiden yönetişime, orta gelir tuzağından ilk 10 ekonomiye çıkarmaya kadar pek çok alanda kırmak zorunda olduğumuz statükolarla mücadele.
Odalar, siyasetin ekonomiyi vesayet ile yönetme araçları olarak girdi hayatımıza... Osmanlı'nın son döneminden bu güne, serpile geldiler. Kuruluş amaçları hayli fiyakalı olsa da pratik, bu yönde gelişmedi. Teori; ticari hayatı geliştirme, etik düzenleme ve rekabet oluşturma dedi... Pratik ise siyasete aktör, yöneticisine ikbal, zorunlu üye şirkete ise kambur şeklinde tecelli etti.
Dün "oda kamburu 10 bin TL" başlığıyla duyurmuştuk odaların işletmelerin sırtına yüklediği külfeti... Bugün, 365 odadan en büyük ilk 20'sinin bazı verilerini yayınlıyoruz. Gelecek hafta odaların, hemen hiçbir değer üretmeden iş kültürünün önünü tıkayan eylemlerini örneklendireceğiz.
Bazı okurlarımız, "kalkınma ajanslarına destek veriyor" veya "topladıkları paralarla hayır yapıyor" gibi gerekçelerle, odalara mecburiyeti dile getirdiler. Burada sorun; internet çağında "bu şirket vardır ve faaliyettedir" belgesini almak için milyarlarca liralık külfete neden katlandığımızdır.
Değer yaratmayan süreçler bizi orta gelir tuzağına mahkûm ediyor. Odaların iş dünyası üzerindeki vesayeti de bu tuzağın parçası... Makam, bina ve ikbal saltanatının firmalara yükleniyor olması, Türkiye'nin yarınına dair zaruret olamaz. Bu yüzde odaların vesayeti kalkmalı ve üyelik, zorunlu olmaktan çıkarılmalı...