Eğer 10 yıl sonra milli geliri 2 trilyon $'a çıkarma hedefimiz varsa, ihtiyaç duyduğumuz enerjiyi de şimdiden üretmek zorundayız. Yüzbinlerce yeni fabrikanın fişini nereye takacağımızı, katlanan kişisel gelirin gereği tüketeceğimiz enerjiyi bugünden tanımlamalıyız. Fosilden yenilenebilire, alternatifinden nükleerine de her çeşidi masadadır ve Türkiye'nin enerji bağımlılığı diye bir derdi vardır.
Ekonomi ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi (EDAM) bu alanda gayret gösteren STK'larımızdan biri. EDAM üyesi bağımsız bilim insanları Türkiye'nin önündeki nükleer enerji seçeneğinin artı ve eksilerini önceki gece bir grup meslektaşımla paylaştılar.
Raporu EDAM Başkanı Sinan Ülgen, Boğaziçi Üniversitesi'nden Doç. Dr. Gürkan Kumbaroğlu, İstanbul Aydın Üniversitesi'nden Prof. Dr. Hasan Saygın, Sabancı Üniversitesi'nden Doç. Dr. İzak Atiyas ve Deniz Sanin ile EDAM uzmanlarından Aaron Stein ortaklaşa hazırlamış. Özetle diyor ki: "Nükleer, enerji arzı açığının çözümü olabilir ama risklerin giderilmesi için ilave adımlar atılmalı."
Peki, nedir bu ilave adımlar? Nükleer enerjiye geçince, sera bazı emisyonları düşer, daha ucuz kaynak sahibi oluruz. Fakat nükleer enerjiye geçişin risklerini azaltacak hukuki ve kurumsal yapının henüz oluşturulmamış olması, hâlâ bir sorundur.
Kaldı ki ülkenin uranyum zenginleştirmesi veya nükleer atık konusunda stratejisi belli değil. Çernobil ile bizi de vuran patlama, Fukuşima faciasıyla dünyanın nükleere karşı değişen algısı, kamuoyunu da bilgilendirme ve ikna edilmesi zorunluluğunu ortaya çıkardı.
Nükleere eveti-hayırı çoktan geride bıraktık tercihimizi Akkuyu'laştırdık. Ancak güvenlikten ve bağımsız denetim yapılarından da asla taviz verilemez.