Her hafta 1 milyon insanın kentlere taşındığı günümüzde şehirleri yönetmek, daha üstün beceri ve organizasyonları gerekli kılıyor. Sorunun çevre boyutunu, dün İstanbul'da yerel yöneticiler ve uzmanlarla tartıştık.
Türkiye'de sürdürülebilir kentler; "düşük karbonlu sürece geçiş nasıl yönetilir?" temel soruydu. Bölgesel Çevre Merkezi (REC) Türkiye ile Fransız Kalkınma Ajansı'nın ortak konferansında dünya kentleri iklim değişikliği için ne tür tedbirler aldığı masaya yatırıldı. Örnek eylem planları ve kaynak sorunu, en fazla irdelenen konulardı.
Sürdürülebilirlik, son 10 yıldır moda olmuş bir kavram... Neredeyse her şeyin önüne koymak mümkün. İlk kez "kalkınmayı" sıfatlandırdı. Daha sonra sürmesini dilediğimiz her kavramın önüne getiriverdik.
Ancak söz konusu kentler olunca, sürdürülebilirliğin, "niyetten" çıkıp "eyleme" geçmesi şart. Dünyanın yaşanılası kentlerinin çoğunda bu kaygı, uzun soluklu politika belgeleriyle, yığınca detayı barındıran yerel planlarla yönetiliyor.
Türkiye'nin, en azından "karbon salınımı" boyutuyla da olsa, bu alanda çalışmaya başlamış olması, sevindirici bir gelişme.
Belki "öncelikli" derdimiz "sera gazı salınımı" olmayabilir. Hele ki Van'da bırakın çevreyi, binaların sürdürülebilirliği, deprem yüzünden "sonlandırılmış" iken...
Önceliğimiz bugün Van olmakla birlikte, iklim değişikliğine hazırlıkta kentlere yeni ev ödevleri sunmamız şart. Dün bu alanda çalışanlar, geleceğin kentlerini kalkınmadan finansmana dek tartışırken, temel kaygı hep aynı oldu; "acaba kentim, gelecekte var olabilecek mi?"
Bir kenti var kılmak, 2000 yıl önce, site devletin etrafını surla çevirip yeterince asker beslemekten ibaretti. 1000 yıl önce kentin sürdürülebilirliği, daha karmaşık kurumlara, ekonomi ve sanat gibi faktörlere dayandırıldı.
Bugün kentlerin var kalabilmesi için öncelikle gezegenin var olması gerektiği bilincine vardık. İklimi değişmekte olan dünyada, düşük karbonlu bir kent tasarımı, işte bu yüzden hayati öneme sahip.
Eskiler; "badel harabül Basra" derlerdi... Anlamı; Basra yıkıldıktan sonra gerisinin önemi olmadığıydı. Bugün dediğimiz; "badel harabül dünya"dan ibaret aslında...