Bilge köyünde yaşananlar, yalnızca 44 mazlumun acısı değildir; böylesi bir vahşetten dahi suiistimal fırsatı kovalayan kurnazlık kültürünün iflâsıdır. İşin dehşet yönü, 44 mazlumun kanları üzerinden fırsatçılık yapanın, fonların emanet edildiği okul müdürü bir öğretmen olması...
Daha dün, "öğretmensiz olmaz" fikrini savunan vizyoner eğitimci Prof. Dr. Ziya Selçuk'un işaret ettiği "akıllı öğretmen" notlarını okurken...
Selçuk, eğitimde kaliteyi "teknolojiye havale etme" yanlışının altını çizenlerden... Şu sıralar pek moda olan sınıflara akıllı tahta koymanın "gerekli" olsa dahi "yeterli" olmayacağı görüşünde.
Kısaca akıllı tahta yerine, akıllı öğretmen!.. Çünkü sınıfı yönetmek, çocuğun gelecek kariyerini şekillendirmek kadar hayati öneme sahip. Okulu, sınıfı çocuğa sevdirecek olan, öğretmenden başkası değil. Öğretmenin zihin yapısı öğrencinin yanlışını bulup çıkarma üzerine kurgulanmış. Oysa her çocuk başka bir evren ve her birinin iyi-güçlü yönlerini bulup çıkaracak usta-bilge öğretmenlere ihtiyaç var.
Son 15 yıldır eğitimde bilgisayar kullanımını destekleyen projelerde çalıştım. Sandık ki bilgisayarı öğrencinin önüne koyarsak, bu iş olacak. Kara tahtayı internetle değiştirmek, kendi tasarladığım ve savunduğum slogandı. Oysa çok temel bir hata yaptık; teknolojinin bitlerine baytlarına takılıp kalınca, öğretmeni ihmal ettik, bu hayati unsuru "dönüştürmeyi" unuttuk.
Geldiğimiz nokta bugün "kopyala&yapıştır" neslidir. Öğretmeni dönüştürmeyi unutursan, derslere artık Mr. Google ile Ms. Facebook girmeye başlar. Bunlar gereklidir ama asla yeterli değildir. Zira sıfır teknolojide dahi mucizeler yaratan harika öğretmenler tanıdım. Eğer öğretmen akıllıysa teknolojiyi de var ediyor.
Akıllı derken, AB'nin 44 mazluma yaptığı insani yardımı kişiselleştiren Bilge köyü örneğindeki aklı(!) kastetmiyoruz kuşkusuz.