Güvenebileceğimiz eti, makul fiyata yiyebileceğimizi artık biliyoruz. 16 bin büyükbaş ithali dahi etin fiyatında %50'ye yakın ucuzlama sağladı.
İthalat kamçısının işe yaradığı kesin... Spekülatif kârlar frenlendi, vatandaş soluk aldı.
Şimdi sorun şu; etteki bu tedbir, "sürdürülebilir ucuzluk" için yeterli midir?
Değildir... Zira ithalat kamçısı fiyatları terbiye etse dahi orta ve uzun vadede üretimi "yeterli" hale getirmek zorundayız.
Bir ülkede şayet besili hayvan sayısı artışı, nüfus artışının gerisinde ise o ülkede ette dışa bağımlılık kaçınılmazdır. Boşaltılan köyler, terk edilen meralar ve girdi fiyatlarındaki tırmanış nedeniyle besicilikten vazgeçilmesi, havyan varlığımızın sürekli azalmasına yol açtı. Böylece sığır başına düşen nüfus, devamlı arttı ve piyasa spekülatifleşti.
İthalat tedbirinden sonra şimdi sıra 2 önemli adıma geldi;
1- Hayvan hastalıklarından arınmış dünyanın 5 ülkesinden biri olma özelliğimizi korumak için ithalatta "materyal güvenliğine" aşırı önem vermek.
2- Şu anda TÜİK'e göre 10.9 milyon, Bakanlığa göre 12.7 milyon olan büyükbaş hayvan sayısını arttırırken sığır ırklarımızı da ıslah etmek.
Özetle ev ödevimiz şu;
42 ilde 79'u ruhsatlı 75 faal hayvan pazarımız ve 10 hayvan borsamız var. Fakat bu üretim ve borsa yapımız, 81 vilayetimize yeterli değil.
Hayvansal gıdaların kalitesi kadar, yeterliliği ve erişilebilirliği sorunumuz var.
Hayvan başına elde edilen verim yükseltilmeli. Bunun için ziraat fakültelerimizin "sığır görmeden ayağına tarla çamuru değmeden" binlerce mezun veren yapısını sorgulamalıyız.
İşletmelerimiz küçük, ölçek ekonomisinden uzak ve teknolojiden mahrum.
Besiciliğin de süt sığırcılığında olduğu gibi teşviki şart!
Hayvancılıkta "tedarik ve değer zincirini" yeniden tanımlayıp, kendi sosyo-ekonomik şartlarımıza uygulamalıyız.