Değer Zinciri; üretim fikrinden satış sonrasına dek uzanan süreci, her aşamasında yönetmek ve her kademede artan katma değerden daha çok pay almayı anlatıyor.
Söz konusu turizm ise, yurtdışından turist getirip sonra aynı turisti mutlu bir şekilde evine getirme süreci, değer zincirini oluşturur. Sorgulanan; bu turistin cebindeki 100 $'ın, zincirin halkaları arasında nasıl pay edildiği ve bu paydan ülke ekonomisine katılan değerdir.
Moda ve hazır giyim, değer zincirinin son derece karmaşık olduğu ve katma değeri en yüksek sektörlerin başında yer alıyor. Düne kadar bu değer zincirinin "üretim aşamasında" etkin rol alan Türkiye; "Made in Turkey" övgüsüyle bir yere kadar gelebildi.
Şimdi sıra; üretimin ötesine taşmak, tasarımcı ve hatta organizatör ülke olmakta.
Eğer bu başarılabilirse, daha değerli bir "değer zinciri" ve ülkeye daha çok katma değer sağlayan yapılara varabileceğiz.
İstanbul Hazırgiyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği İHKİB'in Başkanı Hikmet Tanrıverdi, bu alanda oluşturduğumuz bilgeliğin, Türkiye'yi üretimden ve hatta tasarımdan da öteye taşırabileceğini belirtiyor.
Tanrıverdi'ye göre Türkiye, organizatör ülke olmak zorunda; "üstelik bunun için üretim üssü olma özelliğinden vazgeçmesi de gerekmiyor. Ancak bazı ürünlerde bizlerin artık organizatör rolüne bürünebilir ve bu sayede civar coğrafyadaki zenginliği yöneterek (daha çok pay) alabiliriz."
Mesela Belçika... Ürettiriyor, üstüne değer koyuyor ve satıyor. Bu sayede 500 milyar $'lık ihracata ulaşabiliyor.
Nitekim 2023'te 500 milyar $'lık ihracata ulaşabilmek için daha yaratıcı ve katma değeri yüksek yeni yöntemlerin denenmesi de bir zorunluluk...
Çevremizdeki düşük maliyet ülkeleri, bölgede artan önemimize paralel olarak Türkiye için yeni bir zenginlik alanına pekala dönüştürülebilir.
Bunun için "Made in Turkey" ile başardığımız üretim ve kalite adımını, tasarım ve moda hamlesiyle pekiştirip, topyekûn ticari beceri ile öne çıkmamız şart.
Organizatör ülke olmak zaten, bu gelişim adımlarının son durağını tanımlıyor.
İTKİB Yönetim Kurulu Üyesi Volkan Atik, Türkiye'nin imajını yükseltmeye yönelik 2 adıma dikkat çekiyor; 1- Tasarım yapmak, 2- Zincir oluşturmak. Bunun da anlamı, tekstil mühendislerinin yerini yavaş yavaş tasarımcıların alacağı...
Bir sonraki adımda işadamlarımızı, yalnızca civar coğrafya değil, Avrupa ve diğer ülkelerin "üretim ve tasarım yeteneklerini", ticari becerilere dönüştürmek bekliyor.
Bu işin "gerek şartı"; üretim, tasarım ve bilgi birikimi olabilir.
Ancak organizatör ülke olmak için "yeter şart", ülkenin bu alandaki imajını küresel boyutta yukarılara taşımakta yatıyor.
Bunun için de bir "fırsat", tasarlanmış durumda: CPI... Collection Premiere İstanbul. Amaç; dünyanın moda sektöründeki öncü markaları ve tasarımcılarını bir araya getirmek.
CPI, 26-28 Ağustos'ta İTÜ Taşkışla Kampusu'nda düzenlenecek. Bu muhteşem tarihi yapımızın, eskimiş iç avlu duvarları, kırık dökük çatı boruları ve Mimarlık Fakültesi'nin itibarına yakışmayacak eskimişliğinin de "restorasyona" ihtiyacı var.
2010 Avrupa Kültür Başkenti katkılarıyla gerçekleşecek bu etkinliğe katılacak yüzlerce tasarımcı ve modacının konuk edileceği 7 bin metrekarelik mekânın "eski püskü ve dökülen" dokusu, organizatör ülke olma iddiamıza leke düşürecektir.
Şimdiden Noir, Triumph, Falke, Bugatti, Burlington, Tally Weijl, Roeckl, Helmut Lang gibi markalar geldi bile. Yüz binlerce çalışanı, 20 milyar $'a koşan ihracatı ile Türkiye, bu "sıçramayı" sağlayabilecek güçte.
Tanrıverdi; "70 ülkede 2 bine yakın mağazasıyla Türkiye'nin, organizatör ülke stratejisi sayesinde moda dünyasının ilk 5'i olacağı" iddiasında...
Peki bunu başarabilir miyiz?
Bu, iddiamızın gücüne ve arkasında ne kadar durduğumuza bağlı.
Ekonomide yaratabildiğimiz değerleri göz önüne getirdiğimde, yalnızca hazır giyimde değil, daha pek çok alanda organizatör ülke olma düzeyine geldiğimizi görebiliyorum.
Sorun; Türkiye'nin organizatör ülke olma yolunda attığı adımların bir diğerinden kopuk ve koordinasyonsuz olmasıdır.