Banknot basma yetkisini elinde tutan kurumun, para basarak elde ettiği gelire, senyoraj diyoruz.
Söz konusu para olunca "altın kural" son derece basittir; "altını olan, kuralı koyar." Düz hesabı sevenler için anlatırsak, para basma hakkına sahip bizim Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın, 100 liralık banknottan, bunu üretmek için harcadığı 13 kuruşluk maliyeti düşersek geriye kalan 99 lira 87 kuruş, net, reel senyoraj geliridir.
200 liralık banknotta maliyet 13 kuruşta sabit kaldığı için senyoraj daha da artar. Doğal olarak 5 liralık banknotun maliyeti 12 kuruş olduğundan bu gelir azalır.
Kısaca, senyoraj geliri, bu hakkı elinde tutan için kazançtır.
Merkez Bankası bunu yapınca, adına "emisyon" deriz.
Ama bunu sen yapmaya kalkarsan, "kalpazan" olursun.
Merkez Bankası'nın banknotlarından daha fiyakalı kupür, daha janjanlı kâğıt ve daha parlak mürekkep kullanmış olsan dahi, içeri atılırsın.
Liramızın 6 sıfır utancından kurtulma sürecinde, YTL basımı sırasında 100 milyonluk harcama karşılığı Merkez Bankamızın senyoraj geliri, yalnızca ilk 3 ayda 1.5 milyar lirayı geçmişti.
Gerileyen enflasyon ve 7 yıl sürekli büyüyen ekonomi, paramızın "beylik hakkı"nı, yeni itibar düzlemine taşıyınca, etrafımızdaki ülkelerle ticarette "lira kullanımı", yeniden gündeme gelmiş oldu.
Tıpkı 1930'lardaki gibi.
O dönemde, sınır kapılarının ticaret için açık ve son derece işlek olduğu zamanlarda, örneğin Mısırlı, Suriyeli tüccar, kasasında Türk Lirası tutuyordu.
Dolarizasyonun henüz dünyayı kasıp kavurmadığı dönemde ülkemiz, inanılmaz senyoraj gelirini, "sırf güçlü bir paraya sahip olması" yüzünden sağlıyordu.
Sonra içimize kapandık, ithal ikameci yılların ardından lira, tırmanan enflasyonla artan sıfırlarıyla, itibarını pula çevirdi.
1980 sonrası Özal'lı yıllar ve dışa açık büyüme, "vitrinleri doldurup cepleri boşaltınca", kayıp yıllar 1990'ların yüksek enflasyonu ve "bütün zamanların en değersiz lirası"nı yaşadık. Fakat bugün etrafımızdaki ülkelerle yeniden "ticaretimizi lira ile yapalım" seçeneğine gelmiş bulunuyoruz.
Bu, inanılmaz bir güçtür. Dünyayı kasıp kavuran dolarizasyon, FED'in, senyoraj gelirindeki iştahı, doları bir mübadele aracı olmaktan çıkarıp, "ihraç ürünü" haline getirmişti. Euro öncesi Avrupa paraları dahil eski döviz kurları tablolarını hatırlayanlar, "hard currency" tabirini bilirler. Benim gençliğim, bu listedeki dövizlerin itibarına gıpta etmekle geçti. Bir gün benim liramın da "sağlam para" olacağını ummak, o dönemde uzak bir hayaldi.
Ama bugün bu, bir gerçeğe dönüşüyor.
Avrupa'nın parasal gelirlerinin büyük bir kısmı bugün banknot ihracından kaynaklanıyor. Bugün bu imkân, artık bizim elimize geçmektedir.
Nitekim Hükümet'in "Komşularla bütünleşme" projesi çerçevesinde, bölge ekonomileriyle Türk Lirası kullanımı girişimleri, 1930 öncesi lira senyorajının yeniden doğduğunu gösteriyor.
İran'la ticarette artık Çin ve Rusya ile yapılan anlaşma gibi Euro veya Amerikan Doları gibi döviz kurları devre dışı bırakılıyor.
Ülkelerarası ticaret, Türk Lirası ve İran Riyali üzerinden yapılacak.
Bunun anlamı, her iki ülkedeki tüccarlar ve bunlara aracılık eden bankalar, Riyal ve Türk Lirası tutacak. Kasada tutulan her Türk Lirası da bize senyoraj geliri yazacak.
Tıpkı bizlerin kasamızda dolar tutup, "enflasyonu da satın alarak" ABD ekonomisine senyoraj aktardığımız gibi.
Giderek güçlenen Türkiye, 17'nci büyük ekonomiden ilk 10'lara doğru yükseldikçe, senyoraj gelirleri daha da büyüyecek.
Burada benim dikkatimi çeken, küresel krizden ders çıkarmamış ve hâlâ "eski normal" in eksenindeki pek çok sektör, (mesela bilişimciler) firma ve markanın, hâlâ satışlarını, hem de Türkiye'de ısrarla Dolar ve Euro üzerinden yapmalarıdır.
1930'larda içimize kapanınca liramızın değerini yasa ile korumaya kalkmış ve bunu da başaramamıştık. Şimdi lira kullanımını yasa ile zorlamanın gereği yoktur. Ekonomik akıl, buna yetmektedir. Türk Lirası'nın senyorajı, bölgesel güç olma yolundaki bir başka barometreyi temsil ediyor.