İsteklerinle aranda duran herkesi ve her şeyi "yok ederek var olmak" mümkün müdür?
Aslında mümkündür!.. Bir yere kadar.
Hele ki küresel fırtına ortamında, mesela rakibini pazardan silmeye odaklanırsın. Daha fazla pazar payı için rakibinin kaybetmesi gerekir diye düşünürsün. Başarırsın da.
Mesela müşterini, "benim olması gereken parayı cebinde taşıyan insan" olarak tanımlamışsındır, ürününü satar, paranı alır ve ondan kurtulmak istersin. Başarırsın da.
İş ortağınla imzaladığın sözleşmeye ve ortaklık beyanına uymak zorunda hissetmezsin kendini. Ortak kazançtan sana daha fazla pay düşmesini istiyorsan, ona kazık atarsın, onu kandırmaya kalkarsın. Başarırsın da.
Bu yaklaşım, "kazan/kaybet" oyunudur; "benim kazanabilmem için, karşımdakinin kaybetmesi gerek!"
Ancak birlikte kazanma ilkesiyle iş yapıyorsan ve küresel fırtınada ayakta kalmak istiyorsan, işini doğru dürüst yapmak bu defa rekabet avantajın haline geliyor.
Küresel fırtınada olup bitenlerin ardından dünyanın gündemine daha yoğun olarak gelen dürüstlük kavramı, iş yapma tarzını derinden etkilemeye başladı.
Yığınca yabancı firmada peş peşe patlak veren skandallar, Türkiye'de yaşanan örnekler, dürüstlüğü sadece bir moda değil aynı zamanda aranılan bir nitelik haline getirdi.
Dürüstlüğün alt başlıklarında ise şeffaflık ve hesap verebilirlik var.
Firma ya da kişi zaten dürüst olmak zorunda değil mi?
Tabii ki öyle.
Bir firmaya dürüst olduğu için itibar atfetmek gereksiz gibi görülebilir.
Ancak kirlenmenin had safhaya vardığı ortamda dürüstlük, kendi gündemini oluşturabiliyor artık.
Türkiye'de de pek çok kurumsallaşmış firma, bu moda "yönetim yaklaşımını" iletişim faaliyetlerinde kullanır oldu.
Peki yolsuzluklardan, adam kayırmadan, hırsız ve hortumculardan gına gelmiş bir toplum, sırf modaya uymak adına dürüst olur mu?
Türkiye'nin şu anda bulunduğu süreçten daha önce geçen ülkelere, zaman tünelinden baktıkça gördüğümüz şudur:
Dürüstlük, gerçekten bir yerden sonra moda olmuştur.
Ama bu yer neresidir ve bu yere nasıl gelinmiştir?
Bunlara kafa yormadan, dürüstlüğün yeniden moda olacağı zamanı beklemek, doğru bir yönetim stratejisi olamaz.
Kirliliğin ayyuka çıktığı ülkelerde neler olmuş bir göz gezdirelim;
Öncelikle "herkesin kaybettiği" bir noktada çare aramaya başlamışlardır. Rüşvet verenin de alanın da artık "kazanamadığı" bir noktada rüşvet olayları gerilemiştir.
Devlet malı deniz yaklaşımı, yalnız Türkiye'de yok. Eğer kamu ekonomiye ve menfaate bu kadar fazla dahil edilmişse, "yemeyenler domuz" olmuştur hep. Deniz bitmiştir, çare arayışı başlamıştır.
Kriz ya da çok büyük sosyal bunalımın ardından dürüstlük özlemiyle çözüm başlamıştır.
Dürüst olmadan önce, kişisel çıkar uğruna her türlü yanlış yol denendikten sonra sıra dürüstlüğe gelmiştir.
Bu dört yoldan hangisi bize daha uygun bilmiyorum ama bildiğim şu; Dürüstlük modasının geleceği zamanı beklemek yerine, bu doğrultuda bir şeyler yapmak gerekiyor.
Balıkçılıkta bir kural vardır; balık sana gelmiyorsa, sen balığa git!
Dürüstlüğün modası gelmiyorsa, sen dürüstlüğe git.
Eğer ülkeyi yönetiyorsan, insanları dürüst olmaya teşvik edecek düzenlemeler yap.
Yasaların insanları dürüst tutma konusunda "sınırlı bir verimi" olduğunu biliyoruz.
Dürüstlük iklimini bekleyenlerin, bunu yaratacak "doğal" akışkanlıkları tasarlaması gerekiyor.
Eğer toplumu dürüstlük vadisine doğru meyilli kılacak araçlar geliştirebilirsek, dürüstlük yeniden moda olur.
Hatta bakarsınız, modadan fazlası, toplumsal tutum haline gelir.
Küresel fırtınayı bahane edip çalışanını "şükret ki hâlâ işin var" şantajıyla dolandırmayan dürüst şirketlere teşekkürlerimle...