Bu tür dönemlerin en tipik özelliğidir. Sizi, asli gündemden uzaklaştırıverir!
Evet, ilk etapta yangının kontrol altına alınması önemlidir. Ama bu arada mutfak çalışması ihmal edilmemelidir. Hele hele ekonomi bürokrasisinin, "Siyasette ne oluyor?", "Bu işin sonu nereye varacak?" tarzı sorularla mesai harcamasına fırsat verilmemelidir. Oysa bugün Ankara'da hangi kamu dairesinin kapısını açsanız konu bambaşka yerlere varıyor. Ne 31 Mart sabahına dair senaryolar kalıyor ne de Çankaya'ya kimin aday olacağı?
***
Başbakan Yardımcısı
Ali Babacan dün, CNBC-e'deki röportajında doğru bir noktaya parmak bastı: "
Reformlar!"
Tabii bu vesile ile 17 ve 25 Aralık operasyonlarının ortaya çıkardığı bir gerçeği de samimi şekilde itiraf etti:
"
Zamanında adım atmadığımız, şu ya da bu sebeple cesaretle davranamadığımız bütün konular geldi bir süre sonra ayağımıza dolaştı!"
Bu cümle hakikaten önemli! Zira Babacan'ın verdiği örnekler hem mahkemelerle hem de hukuk güvenliği ile ilgiliydi. Devlet Güvenlik Mahkemeleri'nin Özel Yetkili Mahkemelere (ÖYM) dönüşerek nasıl varlığını sürdürdüğünü anlattı. ÖYM'lerin geçtiğimiz yıl kaldırılması gündeme geldiğinde en çok paralel yapı karşı çıkmıştı. O yapı daha sonra geldi, elindeki olağanüstü yetkileri önceden ayarlanmış hâkim, savcı ve polisler üzerinden gizli bir silaha dönüştürüp, Hükümete çevirdi. Silah sadece Hükümeti, siyasi istikrarı, milli iradeyi hedef almakla kalmadı. Türkiye'nin yatırım ortamını da yaraladı. Babacan'ın da dediği gibi "
Gerçek anlamda bir hukuk devleti Türkiye'nin gelişmiş ekonomi olması için olmazsa olmaz şartlar arasında!" Yatırımcı mutlak olarak güven ister. Hukuki güvenlik, etkin işleyen yargı sistemi, mevzuatta öngörülebilirlik, kurallı piyasa ekonomisi ve fırsat eşitliği...
***
Başlangıçtaki gündeme dönecek olursak...
Esas olan kişilere yaslanarak devleti yönetmek değil, sistem inşa etmektir. Nitekim "
paralel" denen yapının, devlet içinde ve dışında nasıl organize olduğu, kendi bilgi ağını kurduğu, kilit kurumlar üzerinden yetki devşirdiği ve düğmeye bastığı gün gibi açığa çıktı.
Görünür gelecekte;
1- Kamu yönetimi reformunun yeniden ele alınması gerekiyor. Ki güven veren, bağımsız, tarafsız yargı sistemi de bu kapsamdadır.
2- Türkiye'yi "
orta gelir tuzağından" kurtaracak tedbirlere ağırlık verilmelidir. "
İleri teknoloji" ve "
yüksek katma değerli üretim" için kat edilecek mesafe büyüktür. Merkez Bankası'nın yakın tarihe damgasını vuran bazı politikaları, ithalatı cazip kıldı, rekabetçi yerli üretim ikinci planda kaldı. Tasarruf oranı yetersizliği (yüzde 12.5) ve cari açık nedeni ile küresel sermayeye hassasiyet katsayısı yükseldi. Küresel krize rağmen istihdamı artırma çabasıyla inşaat sektörü büyütüldü. Bu sırada tasarruf açığını azaltacak, üst gelir grubuna tırmanmayı sağlayacak yatırımlar biraz motivasyon kaybetti. Teşvik paketleri ve TÜBİTAK programları ise ancak gelinen düzeyi korumaya yetti.
Özetle... Kritik siyasi eşikler aşıldıktan sonra;
Türkiye'yi, uluslararası ekonomik ligde sınıf atlatacak yatırımlar,
Ekonomik gelişmişliği ile uyumlu siyasi, idari ve hukuki reformlar,
Zihniyet dönüşümünü hızlandıracak önlemler özel değer kazanacak.
17 ve 25 Aralık operasyonları göstermiştir ki, Türkiye'nin her alanda patinaj yapması amaçlanmakta, Hükümetleri sandık dışı yollarla tasfiye genetiği olduğu gibi durmaktadır.
Çare bellidir: "
Millet için daha çok reform!"