Genellikle mesafeli ilişki biçimiydi. Bir taraf, Beyaz Türklerin kulübü.
Sermayedar. Dışarıyla bağlantılı.
Yerleşik devlete yakın. Bürokrasiyle dirsek temasında. Medyayı etkileme kapasitesine sahip. Kurumsallığıyla siyasete yön vermeye meyilli.
Diğer taraf, özünde Anadolu. Halka yaslanan bir yapı. Sermayesi, milletin desteği.
Dışarıya karşı tutumunda ezber bozan. Alışılmış devlet kalıplarını kıran. Bürokrasiye sınır çizen. Medyayla kavgayı göze alan. Ülkeyi yönetmekte kararlı kadro hareketi.
Haliyle...
Memleketin eski sahipleri ile yeni sahipleri arasında örtülü güç mücadelesi hep yaşandı. Politik kararlar "kazandırdıkça" geçici ortak payda bulundu. Aynı kararlar, "alternatif sermaye gruplarını öne çıkardıkça" uçurum büyüdü.
***
Tayyip Erdoğan Hükümetleri'nin, TÜSİAD'la ilişkileri 11 yıl boyunca hep
"zorlu" idi. Başlangıçta, TÜSİAD'ı önemseyen, davetlerine geniş katılım sağlayan, düzenli olarak bir araya gelen siyasi tarz mevcuttu.
Bu dönemde, AK Parti yerleşik nizama kendini kabul ettirmeye çalışıyordu.
Giderek, TÜSİAD'ı reddetmemekle birlikte yeni partnerler bulan, toplantılarına bir iki temsilci göndermeyi yeterli sayan, buluşma sıklığını azaltan tarz değişimi yaşandı.
Bu dönemde ise AK Parti, korku ve kaygıları boşa çıkarıyor, ekonomik ve demokratik dönüşüm hamlesi gerçekleştiriyordu.
***
Yani...
Başbakan'ın, TÜSİAD'a yönelik son sözleri, düne ait birikimlerin de yansımasıydı.
Bugünküne benzer bir iki olay 2005'te de yaşanmıştı.
Ömer Sabancı'nın başkanlığı sırasında ipler kopma noktasına gelmişti.
Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla düzenlenen gösteriye polisin müdahale biçimini TÜSİAD çok sert eleştirince, Başbakan, Sabancı'ya yüklenmiş,
"Ben, amcasının (merhum Sakıp Sabancı) katillerinin iadesi için uğraşırken, O, amcasının katilleri ile aynı ağızla konuşuyor" demişti. Aylar sonra Başbakan, TÜSİAD merkezine giderek gönül almıştı. O tarihlerde bir başka gündem de
"imam hatipler" ve
"zina" tartışması idi. TÜSİAD, Başbakan'ın AB yolundaki çabalarını takdirle birlikte
"gizli ajandası" olduğunu ima etmiş, Başbakan ise
"Ömer!
Ben de imam hatipliyim. Ne zarar gördünüz imam hatipli Başbakan'dan. Bu dönemde servetinizi katladığınızı söylemediniz mi?" diye çıkışmıştı.
Bu ve benzeri örnekler perde arkasında tekrar etti. TÜSİAD başkanları değişse de elektriklenme hiç değişmedi.
***
TÜSİAD Başkanı
Muharrem Yılmaz'ın geçtiğimiz hafta Yüksek İstişare Konseyi'ndeki bazı sözleri tansiyonu bir kez daha yükseltmeye yetti. O konuşmanın; demokratik toplumda, ifade özgürlüğü kapsamında, bir çıkar grubunun beklentileri içinde değerlendirilmesini gerektiren yönleri olduğu aşikâr. Ama mesele bundan ibaret değil. Bir sivil toplum örgütünün görüşleri, durum tespitinin ötesine geçiyor, temennileri bambaşka çağrıya dönüşüyorsa orada durmak gerekiyor!
Bir başka anlatımla...
Güçlü ve etkili bir iş dünyası kuruluşu, Türkiye'nin hukuk devleti olmadığını öne sürüyor, küresel sermayeye
"gelmeyin" imasında bulunuyorsa, mesajların niteliği şüphe uyandırıyor demektir.
"Siyasi-hukuki-ekonomik" düzlemde sıkıntılı günlerden geçilirken, ülke kritik bir seçime doğru yol alırken, kamuoyuna yönelik beyanların sonuçları iyi hesap edilmek zorunda.
Eğer, maksatlı bir tutum yoksa olağanüstü ortamlardaki beyanların,
"kriz mühendisliğine" hizmet edebileceği düşünülmeli.
***
Peki, çare nedir?
Türkiye, o çareyi 2001'de buldu. 2010'da da bir adım ileri gitti. Anayasaya, kaliteli demokrasilere özgü bir hüküm ekledi.
13 yıl önce...
"Ekonomik ve Sosyal Konsey" yasası yürürlüğe girdi. 4 yıl önce de Ekonomik Sosyal Konsey anayasada yerini aldı. Ama son 5 yılda ne Konsey toplandı ne de yasal çerçevesi yenilendi.
Netice...
Ekonomik ve Sosyal Konsey daha etkin işletilmeli. Geniş bir tabana oturmalı. Hassas konular kamuoyu önünde tartışılmadan önce siyasilerle uygun zeminde görüşülmeli!